16 Kasım 2017 Perşembe

Cilt Kesilerine Yaklaşım: İz Kalır Mı?

Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba. Öncelikle yanıkların önlenmesi ve tedavisi ile ilgili yazıma gösterdiğiniz ilgiye, çok teşekkür ederim. Faydalı ve anlaşılır bulunması, beni çok mutlu etti. Cilt yaralanmaları, dikiş ve yara izi konusuyla ilgili ayrıntılı bir yazı yazmak, uzun süredir aklımda. Ancak daha yeni vakit bulabildim. Bu yaralanmalarla, çocukluk ve erişkin çağında düşme, çarpma, trafik kazaları, hayvan ısırıkları gibi nedenlerle, oldukça sık karşılaşıyoruz. Ancak böyle bir yaralanmayla karşılaşıldığında ne yapılması  gerektiği ve sonraki tedavi süreci  konusunda, doğru
cilt yaralanmaları
bilinen yanlışların oldukça fazla olduğunu gözlemliyorum.

 Diyelim ki çocuğunuz parkta oynarken salıncağa çarptı ve kaşı yarıldı. Böyle bir durumda soğukkanlı olmak çok zordur, elimiz ayağımız birbirine dolanır. Bir yandan çocuğunuz ağlarken, bir yandan kaşından kanlar akmaktadır. Aklınıza bir sürü soru, hücum eder; ' Dikiş gerekir mi?', 'Acile mi götüreyim sağlık ocağına mı?', 'Ya kan durmazsa', 'İz kalır mı?'. Bu arada etrafta her kafadan bir ses çıkmaktadır, ne yapacağınızı şaşırır kalırsınız. Bu yazıyı yazmaktaki amacım, böyle bir durumda ne yapmanız gerektiğini anlatmak ve sonraki süreç ile ilgili doğru bilgiler vermek. Bu süreçte en can alıcı ve biz plastik cerrahların en en en çok duyduğu soru tabii ki de 'İz kalır mı?' sorusu. Bu yazıda iz konusunu ayrıntılı olarak ele 
almaya çalışacağım.
Peki başka hangi sorular ve taleplerle karşılaşıyoruz:
1. Dikiş atmasak olmaz mı?
2. Dikiş, madem iz bırakıyor niye atıyorsunuz? Yapıştırma varmış, hiç iz bırakmıyormuş.
3. Bantlasak da dikiş izi kalmasa olur mu?
4. Estetik dikiş mi attınız?
5. Hocam noolur siz dikin de hiç iz kalmasın
6. İz bırakmayan krem varmış , sürünce iz geçecek değil mi?
7. Aman hocam lütfen iz kalmasın, ne gerekiyorsa yapalım.
Gördüğünüz gibi sorular genelde iz ile ilgili. Merak etmeyin bu yazıda, bu soruların hepsini tek tek cevaplayacağım. Benim aklıma gelmeyen, cevaplamadığım bir sorunuz olursa lütfen yorumlara yazın.
Öncelikle öğrenmeniz gereken şu ki; her kesiden sonra iz kalır. Kalan iz, dikişin değil kesinin izidir. Bunu 'kesi izi' veya 'yara izi' olarak ifade etmek daha doğru olacaktır. Ancak dikişlerin uzun süre alınmadığı veya kalın dikiş iplerinin kullanıldığı durumlarda, tren rayı görünümlü bir iz oluşabilir. Bu tür dikiş izleri, genellikle karın, bacak ve kalça bölgesi ameliyatlarından sonra görülür. Çünkü bu bölgelerde daha kalın dikişlerin kullanılması gerekmekte ve iyileşme daha geç olduğu için dikişler daha geç alınmaktadır. Yüzde ise aksine ince dikiş ipleri, yara dudaklarının yaklaşması için yeterli olmaktadır ve iyileşme çok hızlıdır, dikişler yaklaşık 1 hafta sonra alınabilir. Bu nedenle hasta, dikiş aldırmayı ihmal etmediği takdirde yüz bölgesinde, böyle tren rayı  görünümlü bir dikiş iziyle karşılaşmayız.

yara izi nasıl kalır
İyi iyileşmiş, az belirgin yara izi
Tren rayı şeklinde dikiş izine bir örnek; okla gösterilen yatay çizgiler,
 dikişlerin uzun süre ciltte kalmasına bağlıdır

İşte esas 'dikiş izi' budur.
Biz dönelim 'kesi izi' konusuna. Her kesiden sonra iz kalır dedik. Ancak bu iz, bazen belli belirsiz kalırken bazen de çok belirgin kalır. Nedir peki bu farkın nedenleri:

1. Kesinin derinliği, kesinlikle kalacak izi belirleyen en önemli faktördür. Derinin sadece en üst tabakaları kesildiğinde iyileşmesi gereken doku miktarı, daha az olduğu için iyileşme daha çabuk olur ve daha az belirgin bir iz kalır. Bu tür kesiler, yara dudakları birbirinden çok ayrılmamışsa dikişsiz bile tedavi edilebilir Kesi derinliği, derinin tüm tabakalarını ve hatta deri altı dokuları da içerdiğinde ise iyileşmesi gereken doku miktarı daha fazladır. Sonuç olarak iyileşme daha uzun sürer ve daha
 belirgin bir iz kalır.
2. Kesinin yerleşimi, bir diğer önemli faktördür. Klasik olarak kol, omuz, sırt, bacak gibi hareketli bölgelerdeki izler, genişleme eğilimindedir. Dikiş alındıktan sonra 1-2 mm genişliğinde olan koldaki iziniz, zamanla 1 cm genişliğe ulaşabilir. Göz kapağında ise aksine izler, belli belirsiz iyileşir.

kötü yara izi
Genişleyerek iyileşmiş yara izi örneği

Yüzdeki bir kesi ise yüz çizgilerine paralel ise bu çizgilerin içinde kaybolur ve pek belli olmaz. Ancak yüz çizgilerine dik ise (örneğin alnın ortasındaki dik bir kesiyi düşünün) çok daha dikkat çekici olur.
3. Doku kaybı olması. Özellikle trafik kazası veya sürtünme tipi yaralanmalarda sık karşılaştığımız bir durumdur. Dokuların parçalanmasına bağlı sağlam yara dudakları arasında fazla mesafe olması nedeniyle yara onarımı, gergin olur. Bu nedenle yara izi, daha geniş ve belirgin kalır. Bu yara izleri, genellikle 6 ay-1 sene sonra yapılan 'yara izi düzeltme' (skar revizyonu) ameliyatı ile daraltılıp daha az belirgin hale getirilebilir.
4. Kişinin genetik özellikleri. Bu çok önemli bir faktör. Yara izinin nasıl kalacağı, kişiden kişiye kesinlikle çok değişiyor. Bunu varsa sezeryan izinize bakarak çok rahat anlayabilirsiniz. Bu izin, 6 ay sonra sedef renginde belli belirsiz bir hale dönüşmesi beklenir. Ancak benim gibi bazı kişilerde 2 sene geçmesine rağmen sezeryan izi, halen kahverengi ve oldukça belirgin halde kalabilir. Hatta daha şanssız bazı kişilerde ise bu iz, kırmızı ve deriden kabarık (hipertrofik skar) bir hal alabilir.

kabarık yara izi
Hipertrofik skar görünümü

Genel bilgi olarak izlerin, beyaz tenlilerde daha az belirgin, esmerlerde ise daha çok belirgin kaldığı belirtilmekle beraber ben bu durumun aksini de çok gördüm. Ancak şu kesin ki yaşlılarda izler, daha az belirgin kalır. Bunun nedeni hem deri elastikiyetinin azalması hem de izlerin kırışıklıklar arasında kaybolmasıdır.
5. Dikkat ederseniz yukarıda saydığım iz oluşumuna etki eden faktörlerin hiçbirisi bizim elimizde olan değiştirebileceğimiz faktörler değil. Elimizde olan tek faktör ise bu maddede bahsedeceğim; tedavi. Tedavide yaptığımız, yaralanma sonucu birbirinden ayrılmış olan yara dudaklarını, birbirine uygun şekilde yaklaştırmaktan (öpüştürmek) ibaret. Bunu da genellikle dikiş ile yapıyoruz. Ancak 1.maddede bahsettiğim gibi yüzeyel, yara dudaklarının birbirinden çok uzaklaşmadığı kesilerde, eğer hareketli bir bölge değilse, strip dediğimiz bantlarla veya doku yapıştırıcısı ile yara dudaklarının birbiriyle öpüşmesi sağlanabilir. Özellikle çocuklarda ağrısız bir işlem olması nedeniyle tercih edebiliyoruz. Ancak dediğim gibi kesi, ağız çevresi gibi hareketli bir bölgedeyse bant veya yapıştırıcı yeterli olmaz, ağız hareketiyle yara dudakları birbirinden tekrar uzaklaşabilir.

cilt dikişi
Yara dudaklarının, klasik dikişle birleştirilmesi
Peki yara dudaklarını birbirine yaklaştırmazsak ne olur? Vücudumuzun yara iyileşme mekanizması, iki yara dudağı arasını iyileşme dokusu ile doldurarak iyileştirir. Ancak böyle bir kendi kendine iyileşme, hem daha uzun sürer hem de belirgin, geniş bir iz kalır. 1. maddede belirttiğim gibi kesi ne kadar derinse iyileşme o kadar uzun sürer ve daha kötü bir iz bırakır. Yani anlayacağınız gibi dikiş atmaktaki amacımız, herhangi bir enfeksiyonla karşılaşmadan daha çabuk iyileşmeyi ve daha az iz kalmasını sağlamak.
Tedaviden bahsederken bir de şu 'estetik dikiş' meselesine değinelim. 'Estetik dikiş' terimini, kim uydurdu, nasıl bu kadar yayıldı bilmiyorum ama tıbben 'estetik dikiş' diye bir dikiş tekniği yok. Bu terimi icat eden doktor arkadaşın kastettiği, tıbben 'subkutiküler dikiş' diye adlandırılan dikiş tekniği olsa gerek. Bu teknikte; dikiş ipleri,  derinin sadece iç tabakasından geçilerek yara dudakları birleştirilir. Yani dışarıdan dikiş ipleri görülmez. Bazen kesinin başındaki ve sonundaki düğümler dışarıdan belli olabilir.

estetik dikiş izi
'Estetik dikiş' diye tabir edilen subkutiküler dikiş tekniği. Sağda görüldüğü gibi dikiş ipleri, kesinin başı ve sonu dışında dışarıdan görülmez.

Bu dikişin tipik örneği, sezeryan kesisidir. Biz yaptığımız meme ve karın germe ameliyatlarında da rutin olarak bu dikişi kullanırız. Bu dikişin avantajı, iplerin deri dışından geçmemesi nedeniyle yukarıda bahsettiğim tren rayı görünümlü dikiş izi kalma riskinin olmamasıdır. Dikkat ederseniz iz kalmaz demedim, dikişe bağlı iz kalmaz dedim. Bu konu önemli çünkü 'estetik dikiş atılınca iz kalmaz' diye bir yanlış düşünce var. Hatta iz düzeltme için bize başvuranlar sıklıkla, 'estetik dikiş atmamışlar o yüzden iz kaldı' cümlesini kurarlar. Yukarıda da bahsettiğim gibi her kesiden sonra az veya çok iz kalır. Maalesef estetik dikiş diye tabir edilen subkutiküler dikiş veya herhangi bir başka teknik, izsiz iyileşmeyi sağlayamıyor. Bu dikişi, özellikle iyileşmenin 10 günden uzun sürebileceği (yani dikişe bağlı iz kalma riskinin olduğu), boyu uzun kesilerde tercih ediyoruz. Enfeksiyon riskinin yüksek olduğu kirli kesilerde, kanama riskinin olduğu kesilerde, derinin parçalanarak yaralandığı kesilerde, eklem üzeri gibi hareketli bölgelerde, elde, ayakta, çok kısa kesilerde bu dikişi tercih etmiyoruz. Yüz kesilerinde ise aslında bu dikişi kullanmayı, çok manalı bulmuyorum. Neden derseniz; yüz kesileri genelde 5-7 gün içerisinde iyileşir ve biz yüz kesilerinde klasik dikişte de çok ince dikiş ipleri kullanırız. Bu nedenle 5-7 gün içerinde dikiş alındığında dikiş iplerine bağlı iz kalması, söz konusu değildir. Dolayısıyla yüz kesilerinde subkutiküler dikiş atmanın, pek manası yoktur. Hatta ağız çevresi gibi hareketli bölgelerde ya da çocuklarda ağlamaya bağlı yüzün neredeyse her yerinde bu dikişin, gevşeme riski mevcuttur. Dikişin gevşemesi sonucu, yara dudakları birbirinden uzaklaşır ve daha geniş bir yara izi kalır. Her ne kadar yüzde subkutiküler dikişi gereksiz bulsam da yetişkin hastalarda kesi uygunsa elimden geleni yapmış olmak için subkutiküler dikiş atıyorum. Bunun bir nedeni de klasik dikiş attığımda bazen hastaların, dediğim zamanda dikişlerini aldırmamaları. Çocuk hasta söz konusu ise çocuğa ve kesiye göre karar veriyorum. Sonuç olarak demem o ki hangi teknik uygunsa, doktorunuz onu uygular. Lütfen doktorunuza estetik dikiş baskısı yapmayın.

9 Nisan 2017 Pazar

Çocuklarda Yanıkların Önlenmesi ve Tedavisi

Merhabalar bu yazımda; çocuklardaki ev kazalarının düşmelerden sonraki en sık nedeni olan yanıkları önlemek için yapabileceklerimizi, yanıklarda ilk yardımı ve yanık tedavi sürecini basitçe anlatmaya çalışacağım. Öncelikle ‘Çocuklarımız (ve hatta biz) en çok nasıl yanıyor?’ sorusunun cevabı ile başlayalım. Ben, her hastaya muhakkak neyle yandığını, olayın nasıl olduğunu sorarım. Cevap çok kesin ve net bir şekilde; sıcak su ve çay. Milletçe çaya olan derin tutkumuz, yanıkların en büyük nedeni aslında. Peki ne yapalım çay mı içmeyelim? İçelim elbet ama etrafta çocuk olduğunu unutmayalım lütfen. Mesela çaydanlığı sofraya getirme alışkanlığımızı bırakalım artık. Çünkü o sofrada veya yerde piknik tüpünün üstünde duran çaydanlık, bir şekilde devriliyor. Kanımca sırf bu hareketle bile pek çok yanık önlenebilir. Üstelik içindeki sıcak sıvı miktarı fazla olduğu için çaydanlık yanıklarında, hem yanan alan daha geniş oluyor hem de daha derin yanıklar oluşabiliyor.
çocuklarda yanıkların önlenmesi
Peki başka ne yapabiliriz? Bence bir diğer tehlikeli unsur da masa örtüleri, masa etrafında dolanan çocuklar örtüyü çekiştirip devrilmelere neden olabiliyor. Gündelik kullanımda masa örtüsünü kaldırabiliriz. Çaydanlık ve tencereleri, ocağın duvara yakın gözlerine koymak da mutlaka gerekli. Çocuklar bunlara uzanmaya çalışıp üstlerine devirebiliyorlar. Özellikle kızartma yaparken çok dikkatli olmak lazım; yağ yanıkları, suya göre daha derin yanıklara yol açıyor. Bu önlemlerle pek çok sıcak sıvı yanığının önüne geçebiliriz ama maalesef çocukların eli çok çabuk ve ne kadar dikkat etsek de kaşla göz arasında kazalara neden olabiliyorlar. Annem hep ‘çocuğu bir gözünden diğerine emanet etmeyeceksin’ der. Oğlum Mert bile özellikle yanık konusuna çok dikkat ettiğim halde 16 ayda 2 kere yanık tehlikesi geçirdi ama neyse ki onun üzerine gelmedi. Birinde sadece 7 aylık olmasına rağmen dışarıda kahvaltıdayken, mama sandalyesinden uzanıp ona göre oldukça uzak olan benim çay fincanımın tabağını çekti ve fincanı devirdi. Hepimizin ağzı açık kaldı. Bu olaydan sonra altta tabağı olan çay bardağı veya fincanı yerine kupa kullanmanın daha güvenli olduğuna karar verdim.
 Sıcak sıvı yanığının bir diğer nedeni de, sıcak su torbaları, tabii yetişkinlerde daha çok görüyoruz bu yanıkları ama bahsetmeden geçmek istemedim. Ben kesinlikle evime sokmam bu torbaları, çok tehlikeli. Patlayabiliyor, sızdırabiliyor, bununla uyuyakalınca temasa bağlı yakabiliyor. Üstelik hem vücudunuza çok yakın hem de içindeki sıvı çok sıcak olduğu için yaktı mı feci yakıyor. Size trajik bir öykü anlatayım; bir hemşire arkadaşımızın kardeşi spinal anestezi ile sezeryan doğum yapıyor. Doğumdan sonra ayakları soğuk diye kayınvalidesi ayaklarına sıcak su torbası koyuyor, lohusa , spinal anestezi nedeniyle ayaklarını hissetmediği için her iki ayağı da ciddi derecede yanıyor. Kadıncağız o lohusa haliyle, uzun bir yanık tedavisiyle uğraşmak zorunda kaldı. Lütfen dikkat edin.
Gelelim bir diğer klasik yanık öyküsüne; sobaya elini yapıştıran çocuk. Bu tür yanıklara temas yanığı diyoruz. Tabii soba mevcudiyeti biraz sosyoekonomik durumla alakalı ama sobayla ısınma, ülkemizde halen azımsanmayacak düzeyde ve ben kışın her iki elini sobaya yapıştırıp avuç içleri yanan çocukları çok sık görüyorum. Ortamda etrafı korumasız bir soba varken, hangi çocuk gidip ona ellemez ki. Bu nedenle soba etrafı korumalık şart. Bunun hazır satılanları olduğu gibi kendi yapanlar da var. Aşağıdaki görseli internetten buldum; düşünceli baba, bu korumalığı, sobanın etrafından ayrılmayan 1,5 yaşındaki çocuğunu korumak için kendi yapmış. Ben çok takdir ettim.
soba etrafı korumalık
Bir diğer temas yanığı da daha az görülse de; ütü. Örnek; bendeniz. Nedendir bilinmez çocuklar çok meraklı oluyorlar ütüye, ben de yaklaşık 2 yaşındayken ütünün altına elimi sokmak suretiyle elimin üstünü yakmışım, neyse ki ufak bir alan ama izi halen durur. Ancak ütünün daha ciddi yanıklara da yol açtığını gördüm. Bu nedenle sıcak ütüyü, mutlaka çocuklardan uzak tutmak lazım.
Bir de elektrik yanıkları var tabii. Bu yanıklar, yüksek ve düşük voltajlı yaralanmalar olarak ikiye ayrılmakta. Çocukların evde maruz kaldığı, genelde düşük voltajlı yaralanmalar. Yaralanma, genelde açıkta olan elektrik kablosuyla temas veya kabloyu ısırma, elektrik kaçağı olan ev aletleriyle temas ya da prizlere parmak veya iletken bir cisim sokma şeklinde gerçekleşiyor.
elektrik yanıklarının önlenmesi
Korunma çok basit; prizlere koruyucu takmak, açıkta kablo bırakmamak (akıllı telefonların ve şarj aletlerinin hayatımıza girmesiyle maalesef bunu çok sık yapar olduk, dikkat etmeliyiz), prize takılı ev aletleriyle çocukları temas ettirmemek, yeterince büyüdüğünde elektriğin tehlikeli olduğunu, uzak durması gerektiğini anlatmak.
Nasıl yandığımızdan ve korunma yöntemlerinden bahsettik. Koruyamadık bir şekilde yandı çocuğumuz diyelim, şimdi ne yapacağız? İlk yardım yanıkta çok önemli. Öncelikle hemen yanık alanla temas eden giysileri çıkartıp yanık alana soğuk su tutacağız. Buz gibi soğuk olması gerekmiyor, ılıktan biraz soğuk olması yeterli. Buz koymak da uygun değil. En iyisi soğuk su tutmak, en az 5-10 dk bu yapmalısınız. Bunu yapmamızın nedeni ağrıyı azaltmak değil. Amaç, oluşan termal hasarı nötralize etmek, hasarın derinin alt tabakalarına ulaşmasını engellemeye çalışmak, yani yanık derinliğini azaltmak. Elektrik yanığında ise ilk yapılması gereken çocuğun elektrik kaynağı ile temasını kesmek. Kablo prizden çekilebilir veya sigorta kapatılabilir. Eğer yapılamıyorsa tahta veya plastik gibi iletken olmayan bir cisim yardımıyla çocuk, elektrik kaynağından uzaklaştırılmalı. Kapıldığı akımın voltajına bağlı olarak bilinç kaybı gelişebilir, böyle bir durumda hemen 112'yi arayıp ambulans çağırmalısınız. Eğer bilinç kaybı yoksa genel durumu iyi gözüküyorsa yine de hemen acil servise götürmelisiniz.
Tedaviyi daha iyi anlamak için öncelikle yanık derinliğinden bahsetmek istiyorum. Duymuşsunuzdur muhakkak 1. derece yanık, 2. derece yanık laflarını, ama hep karışır 1.derece mi daha kötüydü yoksa 3.derece mi? Bu konuyu biraz açalım:
1.derece yanık: Bu yanıklarda derinin sadece en üst tabakası yanmıştır. En tipik örneği, güneş yanığıdır. Kızarıklık ve ödem vardır, çok ağrılıdır. İz bırakmadan iyileşir. Ağrı kesici ve yanık bölgesine nemlendirici kremler sürülmesi dışında tedavi gereksinimi yoktur.
2.derece yanık: Kendi içinde yüzeyel ve derin olarak ikiye ayrılır. Derinin orta tabakalarına kadar yanık oluşmuştur. Hastaneye başvuran yanık vakalarının büyük çoğunluğunda, bu derinlikte yanık bulunmaktadır. Tipik özelliği su toplamasıdır. Su toplanması genelde yanar yanmaz değil en az birkaç saat sonra ortaya çıkar. Yine kızarık ve çok ağrılıdır.
yanıklarda su toplaması
Tipik bir 2. derece yanık ve su toplaması (bül) görünümü
3.derece yanık: Derinin bütün tabakalarının tam kat yandığı hatta deri altı dokuların da hasar görebildiği yanıklardır. Sinir uçlarının da etkilenmesi nedeniyle ağrısız veya az ağrılıdırlar. Bu yanıkların iyileşme sürecinde genellikle cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyulur.
Şimdi dönelim ilk yardıma, öncelikle yazımda etik olmaması nedeniyle ilaç ismi vermeyeceğimi belirteyim. Yanık alana 5-10 dk soğuk su tuttuktan sonra hastaneye gidene kadar herkes tarafından bilinen meşhur yanık merhemini sürebilirsiniz. Sadece yüz bölgesinde bu merhemi önermiyoruz. Alternatif olarak antibiyotikli bir deri veya göz merhemi de sürebilirsiniz (Evet göz merhemi; antibiyotikli göz merhemlerini, yara iyileşmesindeki olumlu etkileri nedeniyle plastik cerrahide sıklıkla yara ve dikiş pansumanlarında kullanmaktayız). Evde yapabilecekleriniz bundan ibaret, eğer su topladıysa lütfen patlatmayın. Sonrasında acil servise götürün. Eğer kısa zamanda götüremeyecekseniz, bahsettiğim merhemlerden sürüp gazlı bezle kapatın ve ağrı kesici şurup verin.
Milletçe çokça yandığımız için yanık tedavisi konusunda çokça hurafemiz ve kulaktan dolma yanlış bilgilerimiz var. Ben duyduklarımı sayayım;
geleneksel olanlar: yanığa salça, diş macunu, tereyağı, yoğurt, yumurta akı sürme, yumurta sarısının yağını çıkartıp sürme
modern olanlar: kantaron yağı, zeytinyağı, ozon yağı, zart yağı, zurt yağı sürme
ve daha neler neler...
alternatif tıbba karşı değilim ama her şeyin bir zamanı var, yanığın erken döneminde bunlar sürülmemeli. Çünkü vücudumuzu mikroplardan korumak için bariyer görevi gören derimiz yanıyor ve bu bölge enfeksiyona açık hale geliyor, bu aşamada sürülen bu alternatif tedaviler, enfeksiyona neden olarak iyileşmeyi iyice geciktirebilir. Hele salça ve diş macunu sürerseniz mevcut yanığın üstüne bir de kimyasal yanık ekleyip yanık derinliğini daha da artırırsınız.
Acil serviste çocuğunuzu, burada görevli doktor muayene eder. Yanık bölgesine, derinliğine ve yanık alanının genişliğine bağlı olarak tedavisini yapıp, reçete yazarak eve de gönderebilir veya hastanede yanıkla ilgilenen uzman hekimin değerlendirmesini de isteyebilir. Yanık tedavisini üstlenen branş, ülkemizde hastaneler arası değişiklik göstermekte olup bazı hastanelerde plastik cerrahi üstlenirken bazı hastanelerde erişkinlerde genel cerrahi, çocuklarda çocuk cerrahisi bölümü, bu tedaviyi üstlenmektedir. Ayrıca bazı hastanelerimizde yanık tedavi üniteleri ve yanık yoğun bakımı bulunmaktadır. 3. derece yanıklar, elektrik yanıkları, geniş yanıklar, el, yüz, genital bölge yanıkları bizim için önemli yanıklar olup uzman hekim, değerlendirmesi sonucu hastaneye yatış kararı veya yanık tedavi ünitesi olan bir hastaneye sevk kararı verebilir. Geniş yanıklarda, yanık alandan sıvı kaybı olması nedeniyle damardan serum tedavisi ve başka ek tedavilere ihtiyaç duyulmaktadır. Elektrik yanıklarında ise akıma maruziyet sonucu, kalpte ritim bozukluğu, sinir sisteminde hasar, kas yıkımı ve buna bağlı böbrek hasarı meydana gelebilir. Bunları incelemek için tetkikler yapılmalıdır. Elektriğin verdiği hasar, sıklıkla derin dokularda deride görünen yaradan daha fazla olmaktadır. Örneğin eliyle kablo tutan bir çocukta deride ufak bir yara gözükse de derinde bulunan tendon ve sinirlerde hasar olabilmektedir. Bu nedenle elektrik yanıklarında sıklıkla cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyabiliyoruz. Tipik bir öykü de kabloyu ısıran çocuk.
elektrik çarpmalarının önlenmesi
Çok yüzeyel yanıklardan, dudak ve yanakta tam kat doku kayıplarına kadar sonuçları olan bir yaralanma. Dikkat edilmesi gereken bir konu, bu yanıklarda olaydan 1-2 hafta sonra dudak damarlarından ani kanama meydana gelebilir. Böyle bir durumda ebeveynler, kanamayı durdurmak için dudak köşelerini, ağız içi ve dışından iki parmakları arasında  sıkıştırarak damara bası uygulamalı ve çocuğu hastaneye götürmeli.

8 Şubat 2017 Çarşamba

Çocuklarda ev kazaları ve alınması gereken önlemler

Oldukça tatsız ama bir o kadar da önemli bir konu olan ev kazalarına, bir Plastik Cerrahi uzmanı olarak oldukça aşinayım. Mert’in iyice ayaklandığı ve bebeklikten çocukluğa geçtiği bugünlerde, ev kazalarından korunma ve güvenlik önlemleri, kafamı devamlı meşgul etmekte. ‘Sakınan göze çöp batar’ diye bir deyim vardır ancak bence bu durumda geçerli değil.


Çocuklarımızı, özgürlüğünü ve merak duygusunu çok kısıtlamadan, gerekli güvenlik önlemlerini alarak mümkün olduğunca böyle kazalardan sakınmalıyız. Maalesef ‘ev kazaları’ ismi, oldukça basit gibi dursa da ölümle veya hayat boyu taşınacak bir sekelle de sonuçlanabilir. Evde çocukların başına aklınıza bile gelmeyecek kazalar gelebiliyor. Peki nedir bu kazalar? Önce bunu ve sonra da alabileceğimiz güvenlik önlemlerini konuşalım:
  •         Yanıklar

ü  Sıcak sıvı yanıkları
ü  Temas yanıkları (soba vb.)
ü  Elektrik yanıkları (prizler, kablolar)
ü  Kimyasal yanıklar
  •          Düşme ve bir yere çarpma sonucu olan yumuşak doku yaralanmaları
  •          Elinde cam bardakla düşme sonucu bir yerlerinin kesilmesi
  •          Cam kapı, sehpa, vitrin gibi yerlere çarpıp bir yerlerinin kesilmesi
  •          Bıçak vb. kesici aletlerle yaralanma
  •          Kalem vb. sivri aletlerle ağız içi veya göz yaralanmaları
  •          Kapıya, çekmeceye, dolaba vs. parmağın sıkışması
  •          Yabancı cisim aspirasyonları (fındık, leblebi, düğme, bozuk para, pil, oyuncak parçaları vs.)
  •          Burun deliğine, kulak deliğine yabancı cisim sokulması (leblebi, pamuk vs.)
  •          Kimyasal madde içme sonucu zehirlenme ve/veya yemek borusu hasarı (deterjan vs.)
  •          İlaç içme
  •          Üzerine televizyon, şifonyer, dolap vs. düşmesi
  •          Yüksekten düşme (açık pencereden, balkondan)
  •          Balkon demirlerinin arasına kafasının sıkışması
  •          Dış kapıyı açıp dışarı çıkma sonucu başına gelebilecek bilumum kazalar
  •          Kova veya leğen içindeki suya düşme sonucu boğulma
  •          Perde kuşakları, stor perde zincirleri ile ası sonucu boğulma
  •         Çiçekleri yemek suretiyle zehirlenme
  •          Kanape ile duvar arasına sıkışıp boğulma


Benim aklıma gelenler, duyduklarım, gördüklerim bunlar. Biliyorum insanın okurken bile nefesi daralıyor. Ama bunlar maalesef olabilen ve olan kazalar. Bu kazaları bilirsek, korunma yöntemlerini de elimizden geldiğince hayata geçirebiliriz diye düşünüyorum. Ben bu kazaları kendimce önlenebilir ve önlenemez (önlenmesi zor) kazalar olarak ikiye ayırıyorum. Mesela ortalıkta açıkta duran bir prize her çocuk parmağını sokar, oluşabilecek bir elektrik yanığı önlenebilir bir kazadır. Çünkü prize takılacak basit bir koruyucu, bu kazayı önler. Öte yandan yaşça daha büyük bir çocuğun, yanlışlıkla çocuğunuzun üzerine çay dökmesi, kaşla göz arasında olan öngörülmesi ve önlenmesi zor bir kazadır. Bu durumda ‘Olacağı varmış’ denilebilir. Bizim ebeveyn olarak görevimiz, paranoya boyutuna varmadan gerekli tedbirleri almak ve önlenebilir kazaların önüne geçmek olmalı. Şimdi de biraz alınabilecek önlemlerden bahsedelim. Plastik cerrahi ilgi alanı olan ‘yanık’ konusunu, önleme ve tedavi süreci olarak bir sonraki yazımda ayrıntılı olarak yazacağım için bu yazımda yer vermiyorum.  
  •         Sehpa, tv ünitesi köşelerine, köşe koruyucular konulması. Bunların kaliteli olanlarını almanızı tavsiye ederim, çünkü dandik olanların bantları iyi yapışmıyor ve çocuk çekince hemen çıkıyor. Ayrıca bütün kenarları kaplamak isterseniz rulo şeklinde satılan kenar koruyucuları kullanabilirsiniz.
    bebek güvenlik ürünleri
  •          Uzanabileceği yerdeki kırılacak eşyaları kaldırmak
  •          Deterjan, ilaç vs. üst dolaplara kaldırmak veya konulduğu dolaba kilit takmak
    bebek güvenlik ürünleri
  •          Bıçak vb. kesici aletleri üst çekmecelere kaldırmak veya çekmecelere kilit takmak

bebek güvenlik ürünleri


  •          Elinde kırılacak, batacak bir şey varken koşmaması için sık sık uyarmak
  •          Cam sehpa varsa kaldırmak veya üzerini kalın, yumuşak battaniye benzeri bir şeyle örtmek
  •          Parmakların kapıya sıkışmasını önlemek için kapılara, kapı stoperi takmak. Özellikle cereyan yapması sonucu kapının birden kapanmasıyla sık yaşanan bir hadise, okullarda da teneffüste çok sık oluyor.
    kapı stoperi
  •          Buzlu camı olan kapılar çok tehlikeli, cereyanla birden kapanarak camları, çocukların üzerine düşebiliyor veya çocuklar koşarken çarpabiliyorlar. Evinizin içindeki kapılar böyleyse mümkünse değiştirin.
  •          Pencerelere kilit takmak veya kulplarını çıkarmak
  •          Balkonu kapattırmak veya resimde görüldüğü gibi balkon demirlerinin önüne file germek


balkon güvenlik filesi

  •          Televizyonu duvara sabitlemek. Bu gerçekten çok çok önemli, olmaz demeyin oluyor hem de çok sık oluyor ve olduğu vakit maalesef genelde beyin kanamasından öldürüyor. Nasıl oluyor derseniz; tv ünitesi veya sehpanın üzerine çıkıp devirebiliyorlar veya tv altındaki örtüyü çekip deviriyorlar. Bu süs örtülerini de çocuğun uzanabileceği her yerden kaldırmakta fayda var çünkü bunları çekmeye bayılıyorlar.


çocuklarda ev kazaları


  •          Şifonyer, dolap, kütüphane, tv ünitesi gibi mobilyaları duvara sabitlemek. Çekmecelerini açıp üzerine çıkmak veya asılmak suretiyle üzerlerine devirebiliyorlar.
  •          Dış kapıyı kilitli tutmak, kilidi açabiliyorsa zincirlemek
  •          En az 4 yaşına kadar fındık, leblebi türü sert kuruyemiş vermemek ve ortalıkta bulundurmamak
  •          Yere çocuğun yutup aspire edebileceği bozuk para, pil vb. sert ve küçük şeyleri düşürmemeye dikkat etmek
  •          Perde kuşaklarını kaldırmak, stor perde zincirlerini bağlayıp, çocuğun uzanamayacağı yüksekliğe kısaltmak
  •          Kanapeyi, duvara ya tam yaslamak ya da çocuğun sıkışmayacağı kadar boşluk bırakmak


Bütün bunları yapmak, çocuğunuzun evde geçirebileceği bir kaza ihtimalini oldukça azaltacaktır diye düşünüyorum. Ama tabii ki çocuklarımız sadece kendi evlerinde vakit geçirmiyorlar; parka gidiyorlar, ananeye-babaanneye gidiyorlar, kreşe gidiyorlar. Her yeri kendi evimiz gibi düzenleyemeyiz ama özellikle misafir gidilen evlerde gözlerimizi çocukların üzerinden ayırmamakta fayda var. Çünkü benim gözlemim o ki; misafirlikte ya da eve misafir geldiğinde kazalar daha çok oluyor. Nedenlerinin de büyük ihtimalle kalabalık ortamda çocuklara yeterince dikkat edilememesi, farklı bir eve gelen çocuğun keşfetme isteğiyle her yere saldırması, birkaç çocuk bir araya gelince birbirlerini azdırmaları olduğunu düşünüyorum. Özellikle bayramlara dikkat, bayram telaşında bu kazalara çok rastlandığını görüyoruz.
Elbette çocuklar düşe kalka büyür; hepimiz öyle büyümedik mi? Hangimizin vücudunda çocukluğundan hatıra yara izleri yok ki? Çocuğun peşinde’ aman koşma, yapma, etme, düşersin!‘ diye dolaşmayı doğru bulmuyorum ama tamamen rahat olmak da bana göre değil. Bu kazaları gördükten, duyduktan sonra biraz obsesiflik bence gerekiyor. Çünkü işin ucunda, Allah korusun hayati tehlike veya ömür boyu taşınacak bir fonksiyon kaybı, sekel de var. Galiba en doğrusu; çocuklarımıza çok hissettirmeden gerekli tedbirleri alıp, gözümüzü üzerlerinden çok ayırmamak diye düşünüyorum.
 Allah hepimizin evlatlarını kazalardan korusun…


24 Ocak 2017 Salı

Bebekle tatil - Bebeğim tatilde ne yiyecek?

Çok gezenti bir aile olarak biz, bebeğimiz doğduktan sonra da gezmelerden geri kalmadık. Tatillerimiz, mevsim dolayısıyla ek gıda sonrası döneme denk geldi. Dolayısıyla tatil hazırlığında beni en çok zorlayan, ‘bebeğim ne yiyecek?’ sorusu oldu. Eğer tatile çıkmayı planlıyorsanız ve aklınızda aynı soru varsa tecrübelerimle size yardımcı olabileceğimi düşünüyorum. 
Biz geçen yaz Mert’le her türlü konaklama seçeneğini deneme imkanı bulduk. Mert 7 aylıkken 4 gün İstanbul-Edirne gezisi yaptık, babaanne-dede de bize eşlik etti, kaldığımız otel sadece konaklamayı içeriyordu her gün farklı yerde kahvaltı yapmak için öyle tercih etmiştik. Daha sonra Mert 8,5 aylıkken 3 gün Mersin’e gittik, burada sadece açık büfe kahvaltımız vardı. Esas tatilimizi de Mert 9 aylıkken Belek’te bebek dostu bir otelde yine babaanne-dedeyle yaptık.

tatilde bebek beslenmesi


Bebek dostu otel seçmemin tek nedeni, ne yiyecek telaşıydı, aşağıda bebek dostu otel büfelerinde ne bulunur ayrıntılı anlatacağım. Tam yazı bitirdik derken de Mert 10 aylıkken ani bir kararla 4 günlüğüne Kıbrıs’a gidiverdik üstelik sadece üçümüz, burada otelimiz tam pansiyondu. Mert yaklaşık 1 yaşındayken de 2 günlüğüne Tekirdağ’a gittik, burada sadece kahvaltı dahil konakladık.  Ayrıca Mert 3 aylık olduğundan beri sayısız kere arabayla Ankara-Niğde arası gitgel yaptık ve hala da yapıyoruz maalesef. Bütün bu tecrübelerime dayanarak bebeğe tatilde, yolculukta ne yedirilir, nasıl yedirilir konusunda birkaç kelam etmek istiyorum. Öncelikle tatilde yemek konusunda biraz daha esnek olmakta fayda var. Evde bebeğimize her şeyin özellikle de yumurtanın organiğini yedirmeye çalışıyoruz, yemeklerine tuz, şeker, salça katmıyoruz. Ama gerçekçi olalım, evdeki bu şartları tatilde de tamamen sürdürebilmemiz imkansız. Mesela hiçbir otelin organik yumurta kullandığını sanmıyorum. Bu nedenle hiç kasmaya gerek yok, bebeğiniz 1 hafta organik yerine normal yumurta yese, yoğurdu ev yoğurdu olmasa, yemeklerinde azıcık tuz olsa bir şey olmaz.

Şimdi öncelikle, tatilde ve/veya yolculukta lazım olabilecek beslenme gereçlerine bir göz gezdirelim:

  •         Termal çanta: Ek gıdaya geçtikten sonra bence mutlaka gerekli, seyahate çıkmasanız bile dışarıda yedirirken yemeğini ve beslenme gereçlerini taşımak için lazım oluyor. Ben hepsiburadadan almıştım. Markası baby polar gear, fiyatı da uygundu, tavsiye ederim oldukça kullanışlı.
                                                    bebek beslenme çantası
  •       Mama termosu: Ben ebebekten baby&plus marka almıştım, çorbaları falan gerçekten sıcak tutuyor. Dışarıda yemesi gerektiğinde yemeğini ısıtıp bu termosa koyuyorum. Bu termoslar, sıcak havalarda yoğurt taşımak için de çok pratik. Kışın yoğurdunu, mayaladığım küçük kavanozda yanıma alıyorum ama yazın bu şekilde ekşiyebilir. Özellikle molada falan yedirecekseniz yoğurdu, direkt mama termosunda mayalayabilirsiniz bu şekilde daha az sulanmış olur.
                                                        ebebek mama termosu
  •     Kaşık: Ben yaklaşık 1 yaşına kadar kendi kaşıklarından taşıdım yanımda ama sonrasında normal metal tatlı kaşığına geçtim.
  •                  Pipet: Siz siz olun bebeğinize bir an önce pipetle içmeyi öğretin. Ben 9. Ayda öğrettim ve özellikle yoğurt yedirirken çok rahat ettim. Mert, öğrendiğinden beri yoğurdu pipetle içiyor. Bu şekilde ağzını açtı derdi yok, bütün yüzü yoğurda bulanmamış oluyor, dökülmüyor ve daha çabuk bitiyor. Üstelik yanında yediği yemeği de daha kolay yutmasını sağlıyor. Özellikle araba yolculuğunda çok pratik, hiç etraf batmadan yoğurdu dayayabilirsiniz😊 Bu arada bizimki sadece yoğurdu ve suyu pipetle içiyor. Çorba, meyve suyu, ıhlamur vs. denedim ama üfürerek balonlar çıkartmayı tercih etti. Sizin ki içerse ne alaJ Ev yoğurdunu hiç sulandırmadan veriyorum, mayaladığım küçük kavanoza pipeti daldırıyorum, çok rahat içiyor. Seyahatte süzme yoğurt tarzında koyu kıvamlı bir yoğurt denk gelirse biraz sulandırıyorum. Pipetlerin başı bükülebilenleri daha rahat oluyor, genelde uzun olduğu için biraz kısaltıyorum, benim çantamda her daim mevcut. Otellerde, restaurantlarda tabii ki var ama yolda lazım olabiliyor.
  •    Önlük
  •    Suluk
  •    Boş küçük kavanoz: Açık büfeden daha sonra yedirmek için yoğurt vs. alırken kullanabilirsiniz
  •    Buzdolabı poşetleri: Yine açık büfeden kek, kurabiye, meyve vs. alırsanız taşımak için kullanabilirsiniz.
  •    Meyve bıçağı: Yolda kesmeniz gereken bir meyve verecekseniz gerekli olabilir, termal çantanıza atın bir tane.
  •    Meyve-sebze filesi: Eğer 6-8 ay arası bebeğiniz varsa fayda görebileceğiniz bir ürün kendisi. Daha uzun kullanan bebekler de vardır belki ama benimki 8 aylıktan sonra file istemedi zaten bu dönemde pütürlü yemeye başlamıştı ihtiyacı kalmadı. Ben 5,5 ay civarında meyveleri ve buharda haşladığım sebzeleri sadece tadını alsın diye filenin
    mycey meyve sebze filesi
    içine koyup vermeye başladım. Sebzelerle pek ilgilenmedi ama meyvelere, özellikle elma ve şeftaliye delirdi. Bence faydalı bir ürün, bebeğiniz hem aspirasyon riski olmadan yiyeceklerin tadını alıyor, hem çiğnemeyi öğreniyor, hem diş çıkarma döneminde kemirerek rahatlıyor, hem de el motor becerilerine katkısı var. Ben İstanbul seyahatinde bunu kullanmıştım, seyahatlerde de pratik oluyor, yolda bebeğinizi oyalamak için de kullanabilirsiniz. Elma, armut, kayısı, şeftali bu şekilde verdiğimi hatırladığım meyveler.
  • Cam rende: Ben 2-3 kere yanımda taşıdım ama hiç kullanmadım. Bebeğiniz meyve püresi seviyorsa yanınıza almayı düşünebilirsiniz.

Gerekli malzemeleri yanımıza aldıktan sonra öğünlerde neler yedirebileceğimizi konuşabiliriz. Öncelikle benim için günün en önemli öğünü olan kahvaltıdan başlayalım;

Kahvaltı:
Kahvaltıyı bulamaç ve normal kahvaltı olarak ikiye ayırmakta fayda var. İstanbul’a gittiğimiz dönemde Mert kahvaltıda bulamaç yiyordu. Evdeyken Hipp’in yulaflı ek gıdasını kendi sütümle hazırlayıp içine genelde tereyağı, yumurta sarısı, pekmez, lor peyniri, ceviz tozu koyuyordum. O dönemde Mert kahvaltısını 8-8.30 gibi erken bir saatte yaptığı için ona, otel odasında kahvaltı hazırlamak durumunda kaldım. Sonrasında da onu uyutup, biz dışarıda normal bir saatte kahvaltı yapıyorduk, eğer uyanırsa bizim kahvaltımızdan da bir şeyler veriyorduk. Seyahatte süt sağmakla uğraşmak istemediğim için yanıma su ile hazırlanan ek gıda karışımlarından aldım (Aptamil sütlü pirinçli, tam tahıllı kuş üzümlü), otel odasında bunu hazırlayıp içine getirdiğim pekmez ve ceviz tozunu (cevizi, biz Mert alerjik bir bebek olmadığı için 7 aydan sonra kullanmaya başladık ama bu konuda farklı görüşler var, lütfen vermeden önce doktorunuza danışın) katıp yediriyordum. Mevsim yaz olduğu için tereyağı, peynir götürememiştim. İçine hazır meyve pürelerinden kattığım da oldu. Hazır konu açılmışken kavanoz mamalarını, seyahatler gibi zorunlu durumlarda kullandım. Hipp ve Aptamil’in organik olan kavanoz mamalarını tercih ettim. Bir sorun yaşamadık. Kavanoz mamalarının kahvaltı olarak verilebilecek tahıl içeren çeşitleri de var, örneğin hipp üzümlü-elmalı-pirinçli ve aptamil yulaflı meyveli, kahvaltı hazırlama imkanınız yoksa direkt bunları da verebilirsiniz. Bir diğer kahvaltı alternatifi de yulaf ezmesi, bebeğiniz artık bu tarz hafif pütürlü yiyecekleri yutabilecek kıvama gelmişse yulaf ezmeli-meyveli karışımları kahvaltıda verebilirsiniz. İki anne bir mutfaktan öğrendiğim bu tarifi, zannedersem 8-11 aylar arasında önce ara öğün sonra da kahvaltıya destek olarak sık sık değişik meyvelerle (armut, elma, kuru kayısı, mürdüm eriği vs.) yaptım, tarife ilave olarak ceviz tozu da katıyordum. Mesela yolda kahvaltı ettirmeniz gerekiyorsa ama hazır kavanoz maması da kullanmak istemiyorsanız, evde bu mamayı yapıp yanınıza alabilirsiniz. Ben Kıbrıs’a giderken öyle yaptım, kahvaltıyı havaalanında yaptırmam gerekiyordu, bu mamayı hazırlayıp orada yedirdim. Yulaf ezmesi, çoğu otelin açık büfesinde pişmiş olarak da yer almakta, buna cam rendeyle hazırladığınız meyve püresi ilave ederek bebeğinize yedirebilirsiniz. Eğer pişmiş olarak yoksa kahvaltılık gevrek bölümünde muhakkak bulunan yulaf ezmesini, üzerine sıcak su ekleyip beklemek suretiyle çabucak pişmiş hale getirebilirsiniz. Hazır açık büfeye geçiş yapmışken, eğer otelde kahvaltınız varsa ve bebeğiniz bulamaç yiyorsa kahvaltı karışımına zaten istediğinizi ilave edebilirsiniz. Mesela bizim Mersin’deki otelde çok güzel bir kahvaltımız vardı ve Mert’in karışımına bir sürü güzel şey kattım ama Mert hiç yemedi, onun yerine babasının omletinden yedi. O zaman anladım ki beyefendi artık bulamaç yemek istemiyor, o günden sonra zaten ara ara tattırdığımız normal kahvaltılıklara geçiş yaptık. Normal kahvaltıda zaten evde ne veriyorsanız, açık büfelerde çok daha fazla seçenek bulunmakta. Yumurtayı omlet şeklinde yaptırabilirsiniz, dilediğiniz dakikada haşlanmış yumurta alırsınız ya da sahanda göz göz kırdırabilirsiniz. Hatta nasıl olsa parasını ödediniz,  hepsinden alın gitsin artık kuzucuk hangisini severse ondan yer😆. Yalnız omlet yaptırırken dikkat edin daha önce kırılmış yumurta karışımından döküyorlar ve ne olduğu belirsiz bir sıvı yağ kullanıyorlar. Siz, bebek için olduğunu söyleyip, yeni yumurta kırılmasını rica edin ve sıvı yağ yerine büfeden aldığınız tereyağ ile yapılmasını isteyin. Diğer kahvaltılıklardan bahsetmek gerekirse az tuzlu peynir ve zeytinler genellikle büfelerde bulunmakta. Bebeğinizin ayına uygunsa börek çeşitlerinden verebilirsiniz. Mesela Mert, ıspanaklı böreği çok seviyor. Bazen yiyebilecekleri güzel kekler çıkıyor, eğer sevdiyse ara öğün için de çantanıza atabilirsiniz. Bazen büfede olmayan ürünleri de bebek için olduğunu söyleyince mutfaktan getiriyorlar. Bizim gittiğimiz bebek dostu otelin büfesinde kuru incir, kuru kayısı yoktu ama biz Mert’e kabız olduğu için yediriyorduk (yedirmeye çalışıyorduk😊), rica ettik bir sürü getirdiler.

Öğle/Akşam Yemeği:
Gelelim ana yemeğe; ben Mert’e 9 aylıktan sonra akşam yemeğine başladım. Öncesinde kahvaltı, öğle yemeği, ikindi ara öğünü ve meme şeklinde besliyordum. İstanbul ve Mersin seyahatlerimizde öğle yemeğimiz yoktu; bu nedenle bu öğünde kavanoz mamaları kullandım. En çok kullandıklarım Aptamil organik yeşil fasulye domates ve Hipp karışık sebze püresiydi. Henüz küçük olduğu için dışarıda ona uygun bir şey bulamayacağımı düşünerek böyle yaptım. Tekirdağ’da ise Mert artık her şeyi yiyebilir hale geldiği için kavanoz maması almadım yanıma; biz ne yiyorsak onu yedi; balık, köfte, mercimek çorbası, sebze çorbası ile öğünleri kurtardık. Gelelim bebek dostu otelde bebeğe ne yedirilir konusuna; ilk defa bebek sahibi olan aileler doğal olarak daha önceki tatillerinde otellerin çocuk büfesinde neler olur hiç dikkat etmiyor. Ben size bizimkinde neler vardı anlatayım; genelde her öğle ve akşam yemeğinde fiks olarak şehriyeli sebze çorbası ve kendi haşlanma suları içinde haşlanmış patates, havuç, kabak, tavuk ve dana eti vardı. Sadece birkaç kere brokoliye ve balığa rastladım. Bunları çekebileceğiniz 2 adet blender vardı ve daima temiz tutuluyordu. Mikrodalga fırın vardı. Bunun dışında daha büyük çocukların yediği spagetti, sosis, patates kızartması, kroket şeklinde yemekler vardı. Bizim otelde kavanoz mamaları yoktu, bazı otellerde varmış. Bebek dostluğu bundan ibaret yani. Bir de kırılmayan cici tabaklar var😊. Peki ben neler yedirdim. İlk günler bebek büfesindeki sebze ve dana etinden püreler yaptım, malum nedenlerden tavuk hiç almadım. Sonra baktım bu büfedekiler her öğün aynı, tabii her gün de aynı şey yenmez, bizim büfeye geçiş yaptım. Balık, köfte, pirinç pilavı ve tabii ki yoğurt favorilerim oldu. Mert ilk defa balığı ve makarnayı burada yedi. Önce kendim tadına bakarak, yiyebileceği şeyleri doldurdum tabağına. Bizim büfedeki çorbalar da güzel bir seçenek ama genelde çok sulu oluyor, yedirmesi zor oluyor, bu çorbaların kıvamını ve besleyiciliğini bebek büfesindeki et ve sebzelerle blenderda çekerek artırabilirsiniz. Diğer bir alternatif zeytinyağlılar; mevsiminde olan zeytinyağlıları blenderda çekerek veya ezerek verebilirsiniz (ör: yaz için zeytinyağlı taze fasulye). Patates püresi de güzel bir seçenek ben Mert’in kabızlığı nedeniyle hiç veremedim ama genelde hep açık büfelerde bulunur. Eğer otelinizde bebek büfesi yoksa diyet büfeleri de bence aynı işi görür hiç telaş etmeyin. Yine de endişeniz varsa yanınıza kavanoz maması alıverin.

Ara Öğün:
Ben ilk seyahatlerimizde ara öğünde, meyve püresi olan kavanoz mamalarından kullandım, yanımda getirdiğim veya kahvaltılardan aldığım meyveleri file içinde veya daha büyüdüğünde keserek  verdim. Kendi yaptığım bisküvilerden aldım yanıma, bazen bunlardan yedi. Akşam yemeğine başlayınca ara öğün vereceğim diye kasmadım zaten, yanımda uygun bir şeyler varsa verdim. Mesela Kıbrıs’taki otelin kahvaltısında çok güzel havuçlu kekleri vardı, Mert çok sevince yanıma alıp ikindide verdim. Eğer ara öğünü önemsiyorsanız en iyisi kahvaltı veya öğle yemeğinden yoğurt, meyve, kek, kurabiye vs. temin etmek. Meyveleri püre halinde veriyorsanız yanınızda bir cam rende götürmeniz faydalı olur. Tabii blenderda da çekebilirsiniz hatta meyveli yoğurt, smoothie vs de hazırlayabilirsiniz. Ara öğün için kuru meyveler de güzel bir seçenek.

Yolculuk:
Bebekle yolculuk gerçekten çok zor, özellikle hareketli bebeklerle😓. Ama arabada bir şeyler yiyebilir hale geldikten sonra biraz daha kolaylaştı sanki. Hiç olmazsa arıza çıkarmadan biraz daha oyalanabiliyor. Peki arabada yiyeceği atıştırmalık ne verilebilir. Öncelikle dökülmeyen, saçılmayan bir şey olmasına dikkat edin. Yukarıda bahsettiğim gibi yoğurt, meyve suyu gibi içecek bir şey verecekseniz pipetle verin. Kuru meyveler iyi bir alternatif. Dut kurusu bizimkinin favorisi, bu aralar hep yanımda taşıyorum. Kuru üzüm sevmedi, anasına çekmiş😊. Biraz yapış yapış olur ama kuru kayısı, incir de verilebilir. Yaş meyvelerden ise bir yolculukta üzümü keserek verdiğimi ve bu şekilde baya oyalandığını hatırlıyorum. Eğer yemeye alışkınsa ayıklanmış nar, bu mevsimde uygun olabilir. Yolculukların olmazsa olmazı da bisküvi tabii ki. Evde yaptığımdan da alıyorum, Hipp’in organik bisküvisinden de. Ama itiraf edeyim ki benim yaptıklarım Hipp’inkiler gibi ağızda erimiyor. Bu nedenle Hipp’inkileri daha kolay yiyor ve daha çok seviyor. Üstelik bunlar hemen ağızda eridiği için pek dökülmüyor da. Ama içinde şeker olduğu için bunu sadece arabada, pusette oyalamak için veriyorum. Arabada çok arıza çıkardığı, hiçbir şekilde susturamadığım durumlar için de bir joker taşıyorum yanımda; kornet külah😎 Bir kere Mado’da garson vermişti, bizimki çıldırdı. Niğde-Ankara arası Aksaray’da bir Mado var, molada 2 külah alıyorum. Arızaya bağlarsa veriyorum. Biliyorum şekerli ama arabada katılarak ağlaması kadar kötü değildir diye düşünüyorum😌.
Eveet benim söyleyeceklerim aşağı yukarı bundan ibaret. Size tavsiyem, bebeğim ne yiyecek diye tatilinizden geri kalmayın. Rahat olun muhakkak açık büfede bebeğinize yedirebilecek bir şeyler bulursunuz. Hem bebekler tatilde evdekinden daha iyi yiyorlar, en azından bizim öyle oldu. Normalde iştahsız bir bebek olan Mert, tatilde şaşırtıcı bir şekilde hep çok güzel yedi. Acaba bizim yaptığımız yemekleri mi beğenmiyor😆. Üstelik bence tatilin en güzel tarafı, yemeklerini hazırlamak ve daha da önemlisi döküp saçtıklarını toplamak zorunda olmamamız😉.

İyi tatiller…

15 Ocak 2017 Pazar

Eyvah bebeğim kusuyor!

Hamileliğim sırasında bebek alışverişi yaparken yenidoğan setlerinde neden önlük bulunduğunu anlayamamıştım. Bebek emerken önlüğe neden ihtiyaç vardı ki? Herhalde biberonla beslenen bebekler için koyuyorlar, belki biberonla verirken mama akıyordur gibi düşünceler aklıma gelmişti. Öyle gereksiz gördüm ki hastane çantasına koymadım bile. Ağız bezleri de aynı şekilde; annem mermerşahi kumaş alıp harıl harıl ağız bezi yapıyor ve bunların çok önemli olduğunu söylüyordu. Annem öyle diyorsa bir bildiği vardır diye düşünmekle beraber ne işe yarayacağını anlamamıştım. Bu arada aldığımız bazı tulum takımlarında bulunan fularları da bandana sanıyordum. Amma velakin önemlerini kavrayamadığım bu önlükler, fularlar, ağız bezleri doğumdan sonra yaklaşık 9 ay boyunca en yakın arkadaşlarım oldu çünkü Mert doğduğu ilk günden itibaren kustu, kustu ve kustu…

Emdikten hemen sonra gaz çıkarırken direkt emdiği sütü kusuyor, emdikten bir süre sonra ise sütün mide asidi ile karşılaşmasına bağlı olarak peynir (süt kesiği) gibi kusuyordu. Sorun fizyolojik reflüydü; yani yemek borusu ile mide arasındaki kapakçık mekanizmasının henüz tam gelişmemesi.  Doktorumuz daha ilk kontrolde en çok 4. Ayda kusacağını, 6-9. Aylar arasında kusmasının biteceğini, ilaç tedavisine gerek olmadığını söyledi ve her kontrolde bunları tekrarladı. Aynen dediği gibi oldu 4-5 ay civarı kusması çok arttı ve üstelik buna salya da eklendi, 6 aydan sonra ek gıdaya geçince katı gıdaları da kusmaya başlamasıyla kusmuklar harika lekeler bırakır hale geldi, tam artık geçmeyecek derken giderek azaldı, azaldı ve 9. Ay civarı bir baktık ki artık kusmaz olmuş. Yani sabrın sonu selamet. Bebekte fizyolojik reflü olması, annelik iş yükünü bir tık daha artıran bir durum ama Allah başka dert vermesin, bu bir hastalık bile değil ve zamanla kendiliğinden geçiyor.
Sabretmek dışında kusmayı azaltmak için yapılabilecek diğer şeyler ise;
  •    Yatağının baş kısmını yükseltmek; bunun için reflü yatakları var ama ben almadım, döşeğin altına battaniye vs koyarak yükselttik.
  •     Beslendikten sonra hemen yatırmamak bir süre dik pozisyonda tutmak. Özellikle altını zorunlu haller dışında beslenmeden önce değiştirmelisiniz çünkü bacakları karına doğru ittiğinizde mideleri doluysa garanti kusuyorlar
  •     Beslendikten sonra hoppidi hoppidi zıplatmamak.
  •     Sık sık, az az beslemek. Bu, yenidoğan döneminde pek mümkün değil gibi ama ben 3. Ay civarı bir çocuk cerrahı arkadaşımın önerisiyle bunu yapmaya başladım. Daha önce her beslenme vaktinde iki memeyi de emzirirken, daha sık besleyip her seferde tek memeyi emzirmeye başladım. Bu şekilde beslenme sonrası kustuğu miktar, biraz azaldı gibi, en azından ben, sütümün daha az ziyan olduğunu hissettim.

Bu 9 ay boyunca Mert her yere kustu; kendi üstüne, bizim üstümüze, yatağına, yerlere, kanapelere, oyuncaklarına, gelen misafirlerin üstüne. O kadar çok kusuyordu ki bazen fark etmiyorduk bile, bazen de kucağımızda yürürken bir ‘çap’ sesi duyuyorduk, bir bakıyorduk ki yere kusmuş. Uykusunda kusar da aspire eder korkusuyla ben Mert’i hep yan yatırdım. Ama yine de ilk haftalarda sık sık uyanıp kustu mu diye kontrol ediyordum. Her kustuğunda çarşafını değiştirmemek için yatağın baş kısmında, çarşafın üstüne pamuklu bezler seriyor, ıslandığında bunları değiştiriyorduk.

Gelelim önlük mevzuuna; ilk zamanlar yenidoğan setlerindeki önlükleri kullandık ama arkası çıt çıtlı olan önlükler, biraz boynuna bol kaldığı için yaka kısmı yine açıkta kalıp ıslanıyordu. Bir ara annemin yaptığı mermerşahi ağız bezlerini yakasına sıkıştırdık ama bunlar da ince olduğu için hemen sırılsıklam oluyordu. Bunun üzerine annem eski tip klasik mendiller çıkardı, bunları yakasına sıkıştırdık bir süre, bunlar daha kalıncaydı ama biraz küçük kalıyordu. Büyüdükçe emdiği ve kustuğu miktar arttıkça daha büyük ağız bezleri kullanma ihtiyacı doğdu ve bu noktada Mycey’nin müslin ağız bezleri resmen hayat kurtardı. 6’lı satılan bu kare şeklindeki bezleri, biz annemin fikriyle üçgen şeklinde katlayıp, fular gibi boynuna bağladık, kıyafetlerini kusmuklardan en iyi bu şekilde koruyabildik.
mycey ağız bezleri

Bu çok amaçlı bezlerin en önemli avantajlarından biri, yıkanınca çok çabuk kuruması. Malum önlükler daha kalın oluyor ve daha geç kuruyor. Kusan bir bebeğiniz varsa yıka, kurut, tekrar kullan devir daimini sıkça yaptığınız için çabuk kuruması çok önemli. Ben de bu bezlerden 3 paket vardı ama inanır mısınız yine de bazen temiz ve kuru bez kalmıyordu. Ben bu bezleri gün içinde lavabo kenarında biriktirip Mert uyuyunca elde beyaz sabunla yıkıyordum, bazen o kadar bez birikiyordu ki ben yıkamayı bitirmeden uyanıveriyordu. Akşama doğru birikenleri de günün kirlenen kıyafetleriyle beraber Mert uyuyunca makinede kısa programda yıkıyordum. Çamaşır makinesi her gün istisnasız çalışıyordu. Her ne kadar kıyafetlerini korumaya çalışsak da bazen tam giydirirken kusuyordu, bazen önlüğü takmak üzereyken kusuyordu, bazen fışkırtarak kusup önlüğü aşıyor, alt pijamasını bile ıslatıyordu. Öyle her ufak tefek kusmukta üstünü değiştirirsem akşama kadar giyecek temiz bir giysisi kalmayacağı için, kusmuklu giysinin altına yine mycey’nin ağız bezlerinden yerleştirmek suretiyle iç zıbınını ıslanmaktan koruyordum. Bu şekilde kıyafet değişimini günde 3-4 ile sınırlamaya çalışıyordum. O dönemde evde giydiği kıyafetleri kusmuklardan ve her gün yıkanmaktan yüzüne bakılmaz bir hal aldıkları için çoğunu sonradan temizlik bezi yaptım. Aynı durum kendi kıyafetlerim için de geçerli; doğumdan sonra emzirmek kolay olsun diye annem, evde giymem için 2 tane kareli oduncu gömleği vermişti; biri siyah, biri mavi. Abartmıyorum ilk 5-6 ay evde sadece bu 2 gömleği giydim, bu gömlekleri günde kaç kez ıslak mendille silmek zorunda kalıyordum Allah bilir. Birinin üzerindeki kusmuklar, silme seviyesini geçip yıkanma seviyesine gelince diğerine geçiyordum. Renkleri itibariyle kusmuk lekeleri belli olmuyordu. Ama yaz gelince mecbur tişörte geçtim. Kusmalar bitince de daha önce kendime söz verdiğim gibi bu iki gömleği çöpe attım.

Kusma işi en çok dışarı çıkarken veya misafir geldiğinde zorluyor, tam giyinip hazırlanıyorsunuz hoop baştan üst değiş, hatta bazen ikinizin birden değişmesi de gerekiyor ki o, en gıcığı. Bir keresinde tam bebek görmeye gelen arkadaşlarım kapıyı çaldığı anda kusup ikimizin de üstünü berbat etmişti. Çantaya yedek kıyafetler, ağız bezleri, fularlar, önlükler koy derken evden çıkmak bayağı vaktimizi alırdı. Bazen dışarıda o kadar kusardı ki keşke kendime de yedek kıyafet alsaydım diye düşündüğüm olurdu. Bir de çok kustuğunu görenlerin ‘Niye bu kadar çok kusuyor?’ diye darlamaları da cabası. Bu arada daha çok eskilerin söylediği ‘kusan bebek iyidir’ diye bir laf da var ama ben nesi iyiymiş anlamadım valla.

Mert yaklaşık 40 günlükken yılbaşı için Noel Baba tulumu almıştım ona, fotoğraf çektirelim diye giydirdim ama fotoğraf çektirdiğimiz kısa süre içerisinde sayısız kez kustu tuluma. Hatta aşağıdaki fotoğrafta tam kusarken görülüyor😄 Bu temsili fotoğraf, kanımca kusmuklu günlerimizi çok güzel özetlemekte😊

bebeklerde kusma