28 Ekim 2016 Cuma

Bir lohusanın hatıra defteri-1

Bu bloğu tutmamın en önemli nedenlerinden biri bu yazıyı yazmak. Çünkü doğumdan sonra pek bilinmeyen bir emzirme problemi yaşadım. Meme başımda içeri çöküklük falan olmamasına rağmen bebeğim memeyi tutmayı beceremedi. Doktor olmama rağmen tıp öğrenimim boyunca böyle bir şey okumamış, duymamıştım. Bize öğretilen bebek ememiyorsa pozisyon yanlıştır, meme ucunda problem vardır, bebekte damak yarığı vb. bir anatomik problem vardır, süt gelmemiştir türü klasik bilgilerdi. Emzirmeye çok hevesli olduğum için hamileliğim boyunca emzirme ile ilgili pek çok kaynak okudum, videolar izledim, pozisyonları öğrendim. Ama böyle bir problem yaşanabileceğini sadece Dr. Sinem Karaca Atakan’ın ‘Doktor Anne’ kitabında okudum. Kitaptan bir önceki yazımda bahsetmiştim. Sinem Hanım’ın bebeği de emmeyi başaramıyor ve Sinem Hanım uzun süre bebeğini sağdığı süt ile besliyor. Bunu okuduğumda çok şaşırdığımı ve ya benim başıma da gelirse diye korktuğumu hatırlıyorum. Ama iyi ki Sinem hanım bu kitabı yazmış ve iyi ki ben de okumuşum. Sayesinde böyle bir problem yaşanabileceğini öğrendim ve ne olur ne olmaz belki lazım olur diye doğum öncesinde bir elektrikli pompa aldım. Doğum yapacağım Koru Hastanesinin gebe eğitimine katıldığımda da ilk günler gelen süt olan kolostrumun çok koyu kıvamlı olması nedeniyle pompayla sağılamadığını, bebek ememezse elle sağılıp çay kaşığı ile verildiğini öğrendim. Bu bilginin ışığında hemen hastane çantama temiz bir çay kaşığı koydum. Pompa ve çay kaşığı; bu iki alet benim hayatımı kurtardı. Emzirme sürecinde yaşadıklarıma geçmeden önce kısaca hamilelik sürecimden bahsetmek istiyorum çünkü bence yaşadığımız problemin sebebi doğum şekli ve zamanı.
Koru hastanesinin gebe eğitiminde normal doğumun ısrarla teşvik edilmesi beni çok etkilemişti. Sezaryana daha meyilli olmama rağmen normal doğum istemeye başlamıştım. Bu arada ultrasonlarda bebeğin boyu normal, kilosu az çıkıp duruyordu. Bunun benim beslenmemle alakalı olduğunu düşünen eşim ve annem beynimi yiyip hiç iştahım bile olmamasına rağmen bana 16 kilo aldırdılar. Eşim devamlı protein almalısın protein almalısın diye diye bana kelle paça çorbaları içirdi. Artık bir gün öyle bir tiksindim ki kokusundan bir daha içmedim ve içeceğimi de sanmıyorum. Sonuç olarak bebeğin kilo alma hızında hiçbir değişiklik olmadı, o kiloların hepsi bana kaldı. Artık sonlara doğru yaklaşıyorduk ama normal doğum niyetim olmasına rağmen bebeğin hiç niyeti yoktu doğmaya, hala doğum kanalına inmemişti. Üstelik annemde de bir postterm gebelik öyküsü vardı; 42. Haftada suni sancıyla doğmayan abim sezaryanla doğmuştu. Günler geçtikçe korkularım artmaya başlamıştı, devamlı bebeğin hareketlerini takip ediyordum ya kordon dolanırsa ya plasenta ayrılırsa gibi ihtimaller aklımdan gitmiyordu. Günleri değil saatleri sayar hale gelmiştim artık 42. Haftaya kadar bekleyip yine sonrasında sezeryan olmak istemiyordum. 
En sonunda dayanamadım 39+5. Gün doğum günüme denk geliyordu, madem normal doğuramıyorum bari doğum günümde doğurayım dedim ve o güne sezeryan randevusu aldık. Ama içim hiç rahat değildi, çıkmaya hazır olmadığı halde bebeğimi çıkartıyormuş gibi hissettim. Sedyeye yattığımda bile ‘Durun ben vazgeçtim’ demek geldi içimden ama yapamadım tabii. Herşey çabucak oldu bitti; 2900 gr, 49 cm bir erkek bebek dünyaya getirdim. Hemen getirdiler yanıma, ilk karşılaşma anı tarifsiz bir mutluluktu. Rutin bakım sonrası Mert’i odaya çıkardılar. Daha önceden usglerden bildiğimiz dev hidroseli dışında bir sağlık sorunu yoktu çok şükür. Ameliyat bitince beni de hemen yanına çıkardılar. Emzirme için hemşiremiz, memelerimi sıktı ve hemen kolostrum geldi. Çok sevindim ve şaşırdım. Hemşiremiz futbol topu pozisyonunu verdi bebeğe ve bebek hemen sağ memeyi emmeye başladı. İnanılır gibi değildi ne kadar da kolay olmuştu. Bir süre emdikten sonra bıraktı, hemşiremiz gaz çıkarmayı gösterdi; göğsümün arasına koydum, bir süre öyle kaldık, hayatımda daha önce hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Bu mini minnacık şey, benim bebeğimdi. Hemşiremiz bu sefer sol meme için pozisyon verdi ama Mert, sol memeyi tutmayı bir türlü beceremiyordu. Hemşiremiz biraz mola verelim tekrar deneriz dedi ve gitti. Bir süre sonra tekrar geldi ve kan şekerine baktı. 50’nin altında çıkınca biraz mama verelim dedi, enjektörle 10cc kadar mama verdi. Biberona alışmasın diye enjektör kullandıklarını gebe eğitiminde öğrenmiştim zaten bu nedenle içim rahattı. Bu arada gelen giden oldu bebek biraz uyudu derken tekrar emzirmeyi denedik ama yine olmadı. Bu sefer sağ memeyi de alamadı. O zaman benim aklıma çay kaşığı geldi. Hemşire hanım bir yandan annem bir yandan elle sıkarak çay kaşığına kolostrumu sağdılar ve bebişe verdiler. Canım çok yandı ama Mert, paha biçilemez bir sıvı olan kolostrumu alabildiği için içim rahat etti. Bu döngü birkaç kere daha tekrarlandı arada yine biraz mama da verdiler. Bu arada gebe eğitiminde de ders veren Emzirme danışmanı Özgül Hanım geldi, o da emzirtmeyi denedi ama başarılı olamadı, mama verildiği için tok sonra tekrar deneyin dedi ve gitti. Bu arada hastane tipi göğüs pompasını getirdiler. Bebek emmediği için süt üretimi durmasın diye pompa yaptım, bir iki damla dışında bir şey gelmedi ama zaten amaç uyaran oluşturmakmış. Derken akşam nöbete başka hemşire geldi. Allah razı olsun kendisinden beni yataktan kaldırdı, koltuğa oturttu. Bebişi aldı, çapraz beşik pozisyonunu verdi ama bebiş uyku halinden çıkıp ememiyordu, topuklara vurma, avuç içini okşama gibi yöntemler uyandıramayınca aldı lavaboda yüzüne su çarptı, bu şekilde uyandırdı ve Mert çapraz beşik pozisyonunda her iki memeyi de emdi. Bırakmasın diye verdiği pozisyondan milim oynamadan emzirdim. Bu şekilde en uzun emmesini gerçekleştirmiş oldu. Gece tekrar denedik ama bu sefer olmadı, yine enjektörle mama verildi. Mert de uyudu babası da uyudu ama ben neredeyse sabaha kadar gözümü kırpmadım. Sabah annemler geldi sonra doktorum geldi istediğiniz zaman çıkabilirsiniz dedi. Bu arada tam emzirme denemesi yapacağız misafir geldi falan derken ben iyice gerildim ben gerilince bebek hiç ememedi. Rica ettik tarttılar 2700 gr’a düşmüştü. Doğuma giren çocuk doktoru kontrole geldi, kilo kaybı normal dendi. 

21 Ekim 2016 Cuma

Lohusalık nedir? Nasıl geçirilir?

‘Araf’ diye tanımlıyor lohusalığı Elif Şafak, Siyah Süt kitabında. Gerçekten de öyle; hamileyken ‘anne adayı’ diye tanımlanıyorsunuz, doğumla birden size ‘anne’ diyorlar. Ama gerçekten ‘anne’ olduğunuzu idrak edebilmek o kadar çabuk olmuyor. Bence lohusalık, anne adaylığı ile annelik arasındaki ara dönem, ‘araf’ yani. Kimisi için 1 gün sürerken kimisi için aylarca sürüyor. Büyük oranda kişilik özelliklerinizle alakalı. Tabii ben ilk kez anne olanlar için konuşuyorum, 2., 3. Çocuksa siz zaten annesiniz. Gerçi o durumun da başka problemleri vardır ama deneyimlemediğim için bilemiyorum. Kişilik özellikleri demişken benim gibi 30 yaşına kadar ailesiyle yaşayıp, ev işlerine arada bir zevk için tatlı yapmak dışında bulaşmamış, kafasına estiğini yapan, haftasonları 11-12de kalkan, evlendiğinde henüz ortada çocuk yokken bile hem ev işi yapıp hem çalışmak zaten kendisine oldukça zor gelen,  Yay burcu bir kadınsanız anneliğe adapte olmak biraz daha zorlaşıyor. Evet çoğu kadın anne oluyor, hatta patır patır çocuk doğuruyor ve bu durum insanı, ‘herkesin yaptığı bir şeyi ben hayli hayli yaparım’ diye düşünmeye sevk ediyor. Ama durum şu ki aslında herkes zorlanıyor. Evet bazı kadınlar anneliğe daha kolay adapte oluyor, özellikle anaç karakterli, daha verici kadınlar veya daha rahat kadınlar bahsettiklerim. Ama onlar da zorlanıyor. Çünkü ‘kolay annelik’ diye bir şey yok. ‘Kolay bebek’ diye bir şey de yok, ‘Az zor bebekler’ ve ‘çok zor bebekler’ var. Yani her halükarda ZOR. Bunu baştan kabullenmekte fayda var. Yine de insan, işin içine girmeden anlamıyor. Üstelik hamilelikte ne kadar kitap okusan oku, anneliğe kitaplarla hazırlanılamıyor. Hatta bebek bakımı ile ilgili kitaplar okumak anne adayına gereksiz bir küstahlık veriyor. Sanki bebekleri ile ilgili herhangi bir problem yaşayanlar yeterince kitap okumayıp bilgi sahibi olmadıkları için bu durumda, ben kitapları yalayıp yuttuğum için her problemi anında çözeceğim her şey güllük gülistanlık olacak algısına kapılabiliyorsunuz. Özellikle Tracy Hogg’un ‘Bebek Bakım Sorunlarına Mucize Sorunlar’ kitabı; hamileliğimde bu kitabı okuyarak zaman kaybettiğime inanamıyorum. Bir de kendimce önemli yerlerin altını falan çizmiştim. Bu kitapta Hogg, EASY(beslenme,aktivite,uyku,senin zamanın) rutininden bahsediyor ve öyle bir anlatıyor ki bu rutine uyulursa bebek bakımı ile ilgili bir sorun yaşanmasının imkanı yok. Sözde bebeği eve getirir getirmez bu rutine başlanabilirmiş. Emen bir bebek için bence mümkün değil. Kitapta emzirme ile ilgili anlatılanların da çoğu yanlış. Bebek sık emmek istiyorsa süt üretiminiz azdır gibi bir bilgi var mesela. Yenidoğan dönemi için tamamiyle yanlış. Bahsedilen rutin bence en erken 2. Ayda oluşturulabilinir, ben 6. Ayda oluşturabildim. Zaten lohusa halet-i ruhiyesi içindeyken bir de bebeğin bu kitapta anlatılanlarla hiç uymaması, bir düzeninin olmaması, ‘niye olmuyor?’ diye iyice sinirlerin bozulmasına neden oluyor. Hiç gerek yok. Bu kitabı hamilelikte, yenidoğan döneminde okuma. İlla okuyacaksan 2. Aydan sonra bir düzen oturtmak için okuyabilirsin. Hamilelikte hangi kitapları okuyalım dersen; Ayşe Öner’in ‘Hamilelik, Doğum ve Bebek Bakımı Kitabı’nı öneririm. Örneğin Ayşe Öner bu kitapta ‘İlk günler düzen, düzensizliktir’ diyerek yeni anneyi sakinleştiriyor. Üstelik kitapta normal doğum süreci, emzirme, bebek banyosu, alt değişimi, gaz masajı gibi konular gayet güzel ve resimli olarak anlatılmış. Bir de Çocuk Hastalıkları uzmanı Dr.Gökhan Mamur’un ‘40’ı Uçana Kadar’ kitabını tavsiye ederim. Bu kitapta yenidoğan döneminde bebek bakımı ile ilgili yaşanılan problemler ve çözümleri kolay anlaşılır şekilde anlatılmış. Ben bir de yine Çocuk Hastalıkları uzmanı Dr.Sinem Karaca Atakan’ın ‘Doktor Anne’ kitabını okudum, hala da arasıra göz gezdiriyorum. Sinem hanım bu kitapta kendi hamilelik sürecinden çocuğu 2 yaşına kadar olana kadar yaşadıklarını günlük tarzında aktarırken araya bu dönemlerle ilgili tıbbi bilgiler serpiştirmiş. Bu kitap benim en sevdiğim oldu, bir çocuk doktorunun da aynı konularda zorlandığını okumak, insana kendini daha az beceriksiz hissettiriyor.
Ben mecburi hizmet nedeniyle mecburen küçük bir şehirde yaşadığım için doğumu ailelerimizin yaşadığı Ankara’da yaptım. Mevsimin de kış olması nedeniyle bebeğin biraz büyümesini bekleyerek 2,5 ay sonra eve annemi de alarak döndüm. Doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum, tek başıma çok zorlanırmışım. Eğer sen de benimle benzer kişilik özelliklerine sahipsen hiç gurur falan yapma lohusalıkta kendini anne, kayınvalide desteğinden mahrum bırakma, onları mümkün olduğunca sömür. Çünkü sen bebeğe bakarken birisinin de sana bakması ve ıvır zıvır işleri halletmesi gerekiyor. Bu dönemde, yormayayım insanları diye düşünceli davranmaya gerek yok, sen sadece bebeğini ve kendini düşün gerisini önemseme, emin ol senden daha fazla yorulmalarına imkan yok. Tabii her şeye yetişen lohusalar da vardır elbet ama onların zaten bu yazıyı okumaya ihtiyaçları yoktur diye düşünüyorum. Anneler mümkün değilse de bir yardımcı ayarlamakta fayda var. Üstelik bir de misafir derdi var, hastaneden çıkar çıkmaz damlarlar. Tamam gelin gelin de hastanedeyken gelin ya da bir 1 hafta 10 gün sonra gelin en azından bi kendimizi toplayalım di mi? Valla ben ilk günler gelen misafirleri hatırlamıyorum bile o derece ruh gibiydim. Zaten bebeği de doğru dürüst göremiyorlar ya emiyor ya uyuyor. Halbuki daha geç gelen misafir iyi bile oluyor, değişik bir insan yüzü görmüş oluyorsun, bebekli kısır döngün biraz kırılmış oluyor. Misafir de bebeği daha fazla görebiliyor.

lohusalik depresyonu
Kısır döngü demişken gün içinde devamlı emzir, gaz çıkar, uyut, alt değiştirden oluşan bu kısırötesi döngüyü kırmak için araya kendin için bir şey eklemekte fayda var, yoksa çıldırmamak işten değil. Herkes ‘bebek uyuyunca sen de uyu emi kızım’ der ama bilmezler mi ki bu insanlar, bebek her uyuduğunda ben de uyursam, bebek uyanınca bu kısır döngü tekrar başlamış olacak ve ben yine hiç farklı bir şey yapmadan bu döngünün içine düşeceğim. Onun için en azından günde 1 kere bebek uyuduğunda uyumayıp kendin için bir şey yap. Ben yürüyüş yapıyordum, 10 günlükken başladım zannedersem. Bebeğim genelde memede uyuyor yatağa koyunca uyanıyordu. Bu nedenle hiç olmazsa günde 1 kere yatağında uyutmaya çalışıyordum ki ben de kaçayım. Öyle ki adeta kaçtığım bu 1 saat için yaşamaya başlamıştım. Ya mahallede yürüyordum ya da yakındaki alışveriş merkezine gidiyordum. Kendim için bir şey almam zaten mümkün değildi, henüz o bedene ulaşamamıştım ama hayatın devam ettiğini görmek bile iyi geliyordu, bazen bebeğe bir şeyler alıyordum. Zaten bu süre içinde de 2-3 kez annemi arayıp uyandı mı diye soruyordum, fark ettim ki bazen annem ben rahat geziyim diye uyandığı halde uyanmadı diyormuş, annelik işte.