23 Aralık 2016 Cuma

Evde kefir mayalama

Annelik insana neler yaptırıyor; birkaç sene öncesine kadar ne olduğunu bile bilmediğim kefiri şimdi evde yapar hale geldim, üstelik bir de nasıl yapılacağını anlatıyorum😃 Bizim çocukluğumuz her şeyin hazırının, paketlenmiş olanının makbul sayıldığı, ev yapımının hor görüldüğü bir döneme denk geldi. Öyle ki annesi yoğun çalışan, büyükşehirde yaşayan bir çocuk olarak ben, yoğurdun evde yapılabildiğini çok sonra öğrenmiştim. Paketlenmiş gıdalardaki renklendirici, koruyucu, mısır şurubu vb. maddelerden bihaber olduğumuz bu dönemde bolca tükettiğimiz paketlenmiş abur cuburların tek zararının sivilce çıkarmak olduğunu sanardık. Günümüzde ise her şey tam tersine dönmüş durumda; paketlenmiş gıdalar tu kaka konumunda olup özellikle çocuklarımız için her şeyin doğalının, ev yapımının, organiğinin peşinde koşmaktayız. Çocuk sahibi olmadan önce böyle ev yapımı, organik takıntım hiç yoktu. Ama şu an Mert için evde yoğurt (zaten evde yoğurt mayalamayanı dövüyorlar artık 😱), lor peyniri, kefir ve ekmek yapıyorum. Babaannemiz de tereyağını kendisi çıkarıyor. Bir de bir inek alıp balkona koysak tam olacak herhalde😄
Gelelim kefir meselesine; kefir, Kafkasya kökenli fermente bir süt ürünü olup probiyotik bakteriler içeren karnabahar görünümlü kefir taneleri ile mayalanmaktadır. Kefirin faydalarını, ihtiva ettiği probiyotikler sağlamaktadır. Peki probiyotik nedir? Sabah programları sayesinde sağır sultanın bile duyduğu üzere; probiyotikler kabaca, bağırsak florasında yaşayan faydalı mikroorganizmalar olup, bağırsak florasının dengesinin, bu mikroorganizmalar yönünde olması, özellikle sindirim ve bağışıklık sistemimizin iyi çalışması için gereklidir. Aşırı antibiyotik kullanımı gibi durumlarda bu faydalı bakterilerin ölüp dengenin, zararlı mikroorganizmalar yönüne kayması, antibiyotik ishallerine yol açabilmektedir. Probiyotik gıdalar da bu faydalı mikroorganizmaları içeren gıdalar olup kefir, bu gıdaların başında gelmektedir. Probiyotikler bu ara çok gündemde; sezeryanla doğum nedeniyle annenin vajinasındaki kıymetli probiyotikleri alamayan bebeklerin otoimmün hastalıklara, allerjik hastalıklara daha yatkın olduğunu söyleyen yayınlar mevcut. Bunun kısmen önüne geçmek için 'vaginal seeding' diye geçen bir uygulama öne sürülmüş. Özellikle ABD'de yaygın olan bu uygulamada, bebek sezeryanla doğumdan hemen sonra, annenin vajinasında bekletilip vajina florasında bulunan mikroorganizmaları emmiş gazlı bezle sıvanıyor. Yalnız bu uygulamanın sonuçları ile henüz yeterli çalışma yok bu nedenle rutin uygulanmıyor.


Kefirin ekşi ayran gibi bir tadı var. Ben ilk defa hamileyken içtim ve hiç sevmedim. Aslında bütün süt ürünleri ile aram iyidir ama kefir, damak tadıma uymadı. Mert, pipetle içtiği yoğurda bayılıyor. Babaannesinin mayaladığı kefiri, ilk defa pipetle verdiğimde bir fırt çekti, beğenmedi, bir daha içmedi. Ben de ısrarcı olmadım ve bir daha denemedim. Taa ki Mert'in ek gıdaya başlayınca ara ara peydah olan kabızlığı, kronik bir hal alıncaya kadar. Belki bir faydası olur diye tekrar denemeye karar verdim. Ama bu sefer bir doktor annenin önerisiyle içebilmesi için yoğurduna karıştırdım. Üstüne biraz da zeytinyağı ilave edip pipetle vermeye başladım. Zeytinyağını, hem kabızlık için hem de kefirin ekşi tadını baskılasın diye ekliyorum. Bu şekilde içebiliyor üstelik eklediğim kefir miktarını da giderek arttırdım. Hatta tek başına kefir verdiğim bile oldu, içiyor ama bir yoğurt değil yani😊 Bu nedenle daha fazla içsin diye yoğurtla vermeye devam ediyorum. Bu arada kefirle hazırlanan meyveli smoothie tarzı tarifleri de denedim ama tahmin ettiğim gibi içmedi. Çünkü Mert karışık şeyleri pek sevmiyor mesela hiç meyveli yoğurt yemedi; meyveyi ve yoğurdu hep ayrı ayrı yemeyi tercih etti.
Biz geçelim kefir yapımına; ilk adımımız iyi bir kefir mayası temin etmek. Benim kullandığım maya, babaannemizden; o da bir akrabasından almış, Rusya'dan gelen bir mayaymış. Şimdiye kadar tutmadığı hiç olmadı.
                                               kefir mayası

Ama bu canlı mayaların güvenilir olmadığını, içerdiği probiyotik miktarının bilinemeyeceği, zararlı bakter üreyebileceğini söyleyenler de var. Kültür ortamında üretilen kefir mayalarının, probiyotik içeriği daha garanti gibi; endanem ve bizim markaları, önerilen kefir mayaları arasında, büyük marketlerde varmış. Bunun dışında facebookta kefir mayalarını paylaşan kefir kardeşliği diye bir kapalı grup da var.
Mayamızı da temin ettikten sonra sıra geldi mayalama işine; 
Kefir mayalamak, komplike bir işlem izlenimi verse de aslında yoğurt mayalamaktan çok daha kolay. Bir kere sütün sıcaklığı, çok önemli değil  mayalama için yaklaşık 25 derece gibi bir oda sıcaklığında olması yeterli. Ben pastörize günlük süt kullanıyorum ve buzdolabından çıkarıp bir cam kavanoza koyarak oda sıcaklığına gelmesini bekliyorum. Eğer çiğ süt kullanıyorsanız mutlaka önce en az 10 dk kadar kaynatın. Bu sıralar sütü kaynatmayın, besin değeri düşer geyikleri dönüyor. Ama işin ucunda brusella olmak varken sütün besin değerinin düşmesi, bana çok daha önemsiz görünüyor (Çiğ sütün yeterince veya hiç kaynatılmadan bolca tüketildiği küçük şehir ve köylerimizde brusellanın halen oldukça yaygın olduğunu belirtmek isterim).
Evet sütümüz oda sıcaklığına gelince kefir mayasını, metal olmayan bir kaşıkla (ben tahta kaşık kullanıyorum) sütün olduğu kavanoza ekleyip hafifçe karıştırıyoruz. Kefir mayasına metal değmemesi gerekiyor. Bu, kefir mayalamanın en önemli hususlarından biri.

                            canlı kefir mayası

Sonra kavanozun ağzına hava alabilmesi için kapağı yerine bir havlu kağıt örtüp lastikle tutturuyoruz. Kavanozu ışık görmeyen bir dolaba kaldırıyoruz.

                     kefir mayalamak


Yoğurt mayalamadaki gibi üstünü sarmamıza falan gerek yok. 24 saat sonra kefir hazır oluyor. Mayalanmanın tamamlandığını, fotoğrafta görüldüğü gibi kefir tanelerinin yüzeye çıkmasından anlayabilirsiniz. 

                              kefir mayalamak
Eğer unutup 24 saatten fazla tuttuysanız da sıkıntı yok sadece tadı daha ekşi oluyor. Kefirin ayranla yoğurt arası bir kıvamı var, boza kıvamı diyebiliriz. Kavanozu açtıktan sonra plastik bir süzgeçten süzüyoruz, kefirimiz artık içime hazır.

           kefirkefirin kıvamı

Süzgeçte kalan kefir mayalarını ise içme suyuyla yıkıyoruz ve küçük bir cam kavanoza alıyoruz.



                 kefir mayası

Kefir mayalarını, bazıları üzerini geçecek kadar süt, bazıları da içme suyu koyarak buzdolabında saklıyormuş. Ben kayınvalidemden öğrendiğimi yapıyorum; üzerini geçecek kadar içme suyu koyup yarım saat kadar beklettikten sonra tekrar süzüp aynı cam kavanoza alıyorum, su veya süt ilave etmeden buzdolabında saklıyorum.

canlı kefir mayası
Bu yöntemle şimdiye kadar kefirimin tutmadığı hiç olmadı ve mayam hep çoğaldı. Eğer bitince tekrar kefir yapacaksam buzdolabında saklıyorum ama seyahate falan çıkıp bir süre yapmayacaksam derin dondurucuya alıyorum.
Kefir mayalarımız, her mayalamadan sonra biraz çoğalıyor, yeterince çoğalınca bölüp bir yakınınıza verebilirsiniz ya da derin dondurucuda saklayabilirsiniz.
 İşte kefir mayalamak, bu kadar basit. Umarım faydalı bir yazı olmuştur. Bol probiyotikli günler😉

13 Aralık 2016 Salı

1 yaş doğum günü kurabiyesi tarifi

Merhabalar,

Geçtiğimiz günlerde Mert'in 1. doğum gününü kutladık. Mert doğduğundan beri yaptığımız ilk kutlama olması ve de aynı zamanda kendi doğum günüm de olması nedeniyle biraz özendim. Bu nedenle doğum günü kurabiyelerini de kendim yapmak istedim. Aslında kek, kurabiye türü şeyler sık yapıyorum ama şeker hamuruyla hiç uğraşmamıştım. Mert'in doğumu için de kendim yapmaya niyetlenmiş ama beğendiğim denizci temalarının ilk deneme için zor olacağını düşünerek pepircookiecake'e yaptırmıştım, hepimiz çok beğenmiştik.

denizci temalı kurabiye
'Hoşgeldin Mert' kurabiyeleri

Ama doğum günü için kendim yapmaya kesin karar verince internette görsellere baktım ve kafamda yapması daha basit olan 1 şeklinde kurabiyeler tasarladım. Şimdi tarife geçelim;

 Kurabiye yapımı için gerekli malzemeler:
  •          200 gr oda sıcaklığında yumuşamış tereyağı
  •       1 yumurta
  •          1 su bardağı pudra şekeri
  •          1 su bardağı mısır nişastası
  •          1 paket vanilya
  •          3-3,5 su bardağı un
  •          Tarçın (limon kabuğu da kullanılabilirmiş)
 Margarinli tarifler de var ama ben risk almamak için tereyağ ile yaptım. Bir sıkıntı olmasın diye bir süre önce tarifi denedim, test ettik, onayladık 😋 

Gelelim şeker hamuruyla süsleme için gerekli malzemelere:
  •        Mavi, sarı, beyaz, yeşil renk şeker hamuru kullandım
  •        1 şeklinde metal kurabiye kalıbı
  •        Vosvos araba şeklinde 3 boy basmalı kopat kalıplar
  •        Martı şeklinde 3 boy basmalı kopat kalıplar
  •        Kurabiye kaşesi (Alırken harflerin boyutuna dikkat edin, benim aldığımın harfleri büyükmüş 'MERT 1 YAŞINDA' yazacaktım, sığmadı sadece 'MERT' yazabildim)
  •         Fırça
  •         Nişasta
  •         Ballı su
  •         Su
Ben şeker hamurunu açmak için özel bir merdane almadım, normal oklava ile açtım. Elim alışık olmamasına rağmen gayet kolay açıldı.
Pastacılık malzemeleri İstanbul'da Eminönü'nde satılıyormuş. Ancak Ankara'da satılan belli bir yer yok varsa da ben bilmiyorum, bu nedenle oradan buradan toplama şeklinde temin edebildim. Aslında internetten de alabilirdim, özellikle barmar'ı tavsiye ediyorlar. Ama ben görerek almak istedim, Mert doğmadan önce annemle hediyelikler için Kızılay'da İzmir Caddesindeki Erdoğan Düğme ve Şık düğmeye gittiğimizde pastacılık malzemeleri olduğunu görmüştüm. Doğumdan sonra ilk defa Kızılay'a gittim, şeker hamurlarının 3 tanesini, vosvos şeklinde kalıpları, kurabiye kaşesini ve kurabiye jelatinlerini oradan aldım. Ancak aldığım kurabiye jelatinlerinin üstünde 50 adet 2,5 tl yazıyordu, kurabiyeleri paketlerken içinde sadece 30 tane olduğunu farkettim, tekrar Kızılay'a gitmek için vakit olmayınca kurabiyelerimin bir kısmı çıplak kaldı maalesef. 1 şeklinde kalıp ise 2 dükkanda da kalmamıştı, Moda Çarşısında küçük bir dükkandan aldım. Bu arada fiyatlar internetten daha pahalı. Görmüşsünüzdür büyük marketlere de bazen pastacılık malzemeleri geliyor. Mesela tonu çok hoşuma giden yeşil şeker hamurunu migrostan aldım, martı şeklinde kopat kalıbı da birkaç ay önce Makromarkette rastladığım pastacılık malzemeleri standından bulmuştum. Geçenlerde de English Home'da bir sürü pastacılık malzemeleri gördüm ama benim aradığım tarzda bir şey yoktu.

Yapılışı:

Öncelikle tereyağı ve pudra şekerini mikserle çırpıp krema kıvamı aldırıyoruz. Sonra yumurtayı ekleyip çırpmaya devam ediyoruz. Mısır nişastası ve unu eleyerek kullanıyoruz. Mısır nişastası, vanilya ve tarçını ekleyip tekrar çırptıktan sonra eller devreye giriyor ve yavaş yavaş elediğimiz unu ilave ederek yoğuruyoruz. Yumuşak ama ele yapışmayan bir kıvam alana kadar un ekliyoruz. Unu bir seferde ilave etmeyin, aldığı miktar değişebiliyor. Hamurumuz kıvamını bulunca bir streç filme sarıp buzdolabına atıyoruz. En az 1 saat buzdolabında bekletiyoruz, aklınızda bulunsun dolapta daha uzun süre bekletince, kurabiyeleri kalıpla kestikten sonra bozulmadan tepsiye taşımak daha kolay oluyor. Hamuru buzdolabından çıkarınca oklava ya da merdane ile yaklaşık 1 cm kalınlığında açıp, kalıp ile kesiyoruz. Bu tariften  7x4 cm boyutunda 1 şeklinde kalıpla yaklaşık 50 adet kurabiye çıkıyor. Eğer kurabiyelerinizi çubuklu yapmak isterseniz bu aşamada çubukları, kurabiyelerinizin alt kısımlarına yerleştirebilirsiniz.

1 Aralık 2016 Perşembe

Emzirmenin Sevimsiz Yönleri

Eyyy herhangi bir sebeple emziremeyen anne, sanıyor musun ki emziren anneler için her şey güllük gülistanlık; mama hazırlama, sıcaklığını ayarlama, biberon sterilizasyonu derdi yok; aç memeyi sustur bebeyi üstelik bedava. Ama kazın ayağı öyle değil maalesef; eğer böyle düşünüyorsan bu yazıyı bir oku da yüreğine su serpilsin, emzirmek de ne zor işmiş dersin o vakit. Eğer bu yazıyı bir emziren veya emzirmiş anne olarak okuyorsan aşağıda yazacaklarıma ‘He valla doğru söylemiş’ dersin umarım; çünkü demiyorsan ve böyle düşünen sadece bensem, korkarım ki bende bir sıkıntı var;
  •  Şimdiii bence en önemli konu özgürlük mevzusu. Emzirmek bence bir nevi hamilelik volume 2 gibi bir durum. Hamilelikte bebek senin plasentandan besleniyor, emzirirken de memenden besleniyor. Her iki durumda da bebek beslenmek için sana bağımlı. Bu nedenle kafana göre takılman pek mümkün değil. İster anneni getir, ister kayınvalideni getir ister en ala bakıcıyı tut hatta istersen hepsini birden yap, fark etmez sonuçta bebeği emzirecek olan, annesi olarak sensin. Tabii Muhteşem Yüzyıl’da gördüğümüz gibi kendine bir süt anne falan tutmadıysan :)). Bu da özellikle sık sık emdiği ilk zamanlarda bebeğin yanından uzun süreli ayrılmanı engelleyen bir durum.
    emzirmek
    Hadi ayrılmayayım ama bari evde biraz kendime vakit ayırayım dedin, anne, bakıcı vs ayarladın tam keyfine bakacaksın; hoop bebeği kucağında buluverirsin, ‘annesi bu acıktı galiba’. Şimdi mama veriyor olsan ‘Doyur o zaman’ dersin ama emzirirken napıcan. Ne var sütümü sağıp, biberonla verdiririm diyenleri duyar gibiyim. Evet süt sağma işi, emziren annenin özgürlük problemine büyük bir çözüm gibi gelse de emin olun o iş de kolay değil. Tabii eğer anne işe başlayacaksa, süt sağmak zorunda yapacak başka bir şey yok. Ama bir zorunluluk yokken arada emzirmek yerine süt sağıp vermek, dışarıdan kolay görünse de aslında her annenin tercih etmeyeceği bir durum. Mesela benim gibi yenidoğan döneminde emzirme problemi yaşayıp biberondan zor kurtulan anneler, meme grevine maruz kalan anneler, bebeğim biberona alışır memeyi bırakır korkusu yaşayan anneler. Açıkçası ben emzirmek için o kadar uğraşıp sonunda pompadan kurtulduktan sonra bir daha bu olaylara hiç girmek istemedim, paşa paşa emzirdim. Derken 4,5 ay civarı yarım gün işe başlamam gerekti. Daha önceki pompa döneminden dolapta sütlerim vardı. Ben yokken bir kere verilmesi gerekiyordu. Bu arada Mert tam olmasa da meme grevi belirtileri göstermeye başlamıştı, bir de biberona alışırsa diye çok korkuyordum. İlk işe gittiğim gün annem vermiş sütü ama bizimki hiç istememiş zor içmiş. Bir tadına bakıyım dedim, baktım öyle böyle kötü değil, bayat balık gibi kokuyor üstelik. Dolaptaki diğerleri de öyle. Anladım ki Tomris’in emzirme notlarında yazan sütteki lipaz enziminin yağları parçalamasıyla ilgili durum var benim sütümde. Kıyamadım bebişe o sütü vermeye zaten hiç içimden gelmiyordu. Ben de ev işe çok yakın olduğu için bir sefer eve git gel yapmaya başladım. Bu şekilde pompadan kurtulmuş oldum. Pompa işi gerçekten çok sıkıcı, hem uzun sürüyor hem pompa bebek kadar çekemiyor, özellikle de yağlı olan son süt genelde memede kalıyor. Üstelik bende olduğu gibi sütün tadı bozulabiliyor. Ayrıca pompa, biberon temizliği sterilizasyonu, sütü poşetlemesi, saklaması da eklenince bence emzirmek daha kolay. Tabii farklı düşünen olabilir. Bu arada nasıl olsa evde sağılmış sütüm var rahatça gezeyim diye dışarı mı çıktınız; en geç 3-4 saatin sonunda sütle dolup patlamak üzere olan bomba halini alan memeleriniz; size evde bir bebeğiniz olduğunu hatırlatacaktır. Tabii yanınızda pompayla gezmiyorsanız.
  •  Dışarı çıkmaktan bahsetmişken, bir de bebekle dışarı çıkmak konusunu inceleyelim. Bebekle gezmek, emzirsen de zor mama versen de. Mama verenler için biberon, mama, termos taşıma derdi var. Sanki daha zor gibi görünüyor ama bir de şöyle düşünün; diyelim dışarıda kahvaltıya gittiniz bebek uyuyor kahvaltınızı ediyorsunuz, hooop uyanıverdi mama veriyorsanız masadan hiç ayrılmadan mamanızı hazırlayıp bebeğinizi beslersiniz, hatta eşiniz de besleyebilir siz de kahvaltınıza devam edersiniz. Ama emzirirken öyle mi; herkes kahvaltısına devam ederken siz bebeğinizi alır emzirecek yer ararsınız. Şanslıysanız bebek bakım odası vardır; eğer çok şanslıysanız o oda müsaittir. Ama genelde yoktur varsa da doludur. Özellikle de küçük şehirlerde çok çok nadir bulunur.
    bebek bakım odası
    Bazı yerlerde de aslında personel dinlenme ve namaz kılma amaçlı kullanılan odanın üstüne bebek bakım odası da yazıverirler, siz de ayak kokuları eşliğinde dandik bir sandalye tepesinde emzirirsiniz. Bir keresinde şehirlerarası yolda bir dinlenme tesisinde emzirmek zorunda kalmıştım. Bebek bakım odası yazıyordu ama küçücük odada personellerin kıyafetleri ve bir de sandalye vardı. Eşim de içerideydi, kapıyı kitlemiştik. Bir süre sonra adamın biri kapıya vurmaya başladı, personelmiş içeride kıyafeti, ayakkabısı varmış. Eşim sallamadı, biraz bekle dedi. Ama adam bir süre sonra tekrar ısrarla vurmaya başladı, meğer personellerin dağılma saatiymiş, servis gelmiş bekliyormuş, adam resmen yalvarıyordu, abi noolur bari kıyafetlerimizi ayakkabılarımızı ver diye. Sonuç olarak eşim içerideki kıyafetleri, ayakkabıları dışarı taşımak zorunda kaldı. Abuklukta son nokta yani. Bir de evde azıcık emen oğlanın böyle rahatsız yerlerde uzun uzun emeceği tutmaz mı, kafayı yer insan. Kafe restaurantlardaki diğer bir rahatsız emzirme alanı da depolardır. Buralarda da az emzirmedim, genelde size bir tabure ve soğuk eşlik eder. Tek iyi tarafı yemek yediğiniz yerde kullanılan ürünlerin markalarını öğrenebilmeniz olsa gerek. Şimdi diyeceksiniz emzirme örtüsü diye bir şey var hiç duymadın mı? Örtümü takar bebeğimi emziririm bir yandan da çayımı içerim. Duymam mı duydum elbet ama bu örtü teorikte çok işe yarar gözükse de pratikte çuvallayan bir zımbırtı haberiniz olsun. Çünkü bu bebek denen zat-ı muhteremler, emerken tepelerinde örtü mörtü istemiyorlar. Ben hamileyken bebek mağazalarında tanesi 25 tlye satılanlardan birinin ölçüsünü alıp aynısını anneme diktirmiştim (neden almadın dersen bir top kumaş fiyatına yarım metre kumaşı satmalarına gıcık oldum). Maalesef pek kullanamadım çünkü daha önce bahsettiğim gibi bebeğim zaten memeyi tutmakta zorlanıyordu örtüyle emmesi imkansızdı. Emmekte ustalaştıktan sonra denedim ama artık hareketlendiği için örtüyü tepeleyip açabiliyordu zaten. Yani bu zımbırtıyı kullanmak için ideal dönem bence ilk 4 ay, sonrasında biraz zor. Bu arada klasik emzirme örtülerindeki açılma sorununu çözen bir ürün var. Emzirme pançosu diye geçiyor, internette 70 tlye falan satılıyor. Ama eğer evinizde beli lastikli bir etek varsa hiç böyle bir para vermenize gerek yok. Arkadaşım Emel sağolsun, ben bu taktiği ondan öğrendim. Beli lastikli eteği kafanızdan geçiriyorsunuz, uzunluğunu ayarlayıp gerekirse kısaltıyorsunuz alın size emzirme pançosu. Açılma derdi yok, üstelik lastikli kısmı çekiştirip bebeğe bakmak da kolay. Ama yine de her bebek örtüyle emmek istemeyebiliyor, misal benim bebeğim. Ben sadece birkaç kere kullanabildim mesela uçakta kalkışta ve inişte emzirirken çok işime yaradı ama genelde denemelerim Mert’in örtüyle savaşı ile son buluyor. Yine de belki lazım olur diye çantamda taşıyorum hep. Örtü konusu dışında avm ya da sokakta gezerken emzirmek için en pratik yol mağazaların deneme kabinleri, konu bebek olunca anlayış göstermeyen mağazaya rastlamadım. Ama dikkat edin bazen tam kabinin tepesine klima koyuyorlar. Bu arada özellikle haftasonları avmlerde bebek bakım odaları hep dolu olduğu için ben bazen çaktırmadan alt değiştirme işini de kabinlerde yapıyorum.
  •   Bir diğer sevimsiz durum da özellikle ilk aylarda emzirmenin uzun sürmesi. Evet emzirmek çok güzel bir duygu, bebeğinle çok özel bir bağ kuruyorsun ama ilk günler günün büyük bir  bölümünü emzirerek geçirince dinlenmeye vaktin kalmıyor maalesef. 

    Bir emzirme seansının 1 saat sürdüğünü bilirim ben. Üstelik bazen de aksi gibi tam emzirmeye başlarsın, bebeğin kucağında mesanene yaptığı baskıyla, çişin geliverir, tuta tuta emzircen mecbur, yanındakilere sen devam et ben çişimi yapıp gelcem diyecek halin yok ya. Anneme göre kızları bebek doğurunca ananelerin memelerinden de süt gelmeliymiş. Öyle bir şey olsa süper olurdu gerçekten. Halbuki mama verenler bu konuda rahat, besleme işini herkes yapabilir. Üstelik emzirmek gibi uzun da sürmüyor. Yani anneye dinlenmek için daha çok vakit kalıyor.
  •  Bir diğer konu da kıyafet konusu. Emzirmeye uygun kıyafet giymek gerekiyor. Bu konu özellikle dışarı çıkarken önem arz ediyor. Mesela önden düğmeli veya yakası çok açık değilse elbise giyemezsin, boğazı kapalı uzunca bir kazak veya tunik giyemezsin emzirmek çok zor olur. En ideali gömlek veya önden 3-4 düğmeli bluzlar. Eğer alttan sıyırarak emzireceksen çabuk kırışan kumaşlı bluzlar, tişörtler de seçmemeni öneririm. Bu arada değinmem gereken bir nokta da lohusa geceliği, pijaması mevzusu. Lütfen benim yaptığım hatayı yapmayın önü 3-4 düğmeyle açılan değil tamamen açılan gecelik veya pijamalar alın. Emzirmeye uğraşırken o geceliğin kenardan fırtarak bebeğin ağzına gelmesi gerçekten çok sinir bozucu oluyor. Bu nedenle ben Suwen’den çok özenerek aldığım cici gecelik ve pijama takımlarını, lohusayken kullanamadım. 2. Geceden itibaren uzun bir süre annemin ayarladığı basma pazen pijamaları giymek zorunda kaldım. Emzirme sütyeni denilen çok faydalı icattan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Gerçekten büyük kolaylık, bunların bir de atlet formları var, evde genelde onları kullandım. Kışın bu sütyenleri kullanmakta bir sıkıntı yok da yazın bu kalın askılar, bluzların kenarından çok çirkin görünüyor. Şeffaf askılı emzirme sütyeni üretmek, kimsenin aklına gelmemiş herhalde. Ben yazın genelde normal şeffaf askı takılabilen sütyenleri kullandım, sıyırarak veya askıyı çıkararak emzirdim
  • Gelelim yeme-içmeye; emzirirken aynı hamilelikteki gibi istediğini yiyip içemiyorsun, istediğin ilacı kullanamıyorsun. Bir de şöyle bir zihniyet var ki bebekle ilgili her durumu senin yediğin içtiğinden bilirler. Bebeğin gazı mı oldu senin yediğinden (aaa yoksa kimyon koymamış mıydın?), kustu mu o da senin yediğinden, uyuyamadı mı çok mu çay içtin yoksa, o ay az mı kilo aldı e doğru dürüst bir şey yemiyorsun ondan. Bu liste daha uzar gider. Ben olur da uykusu bozulur diye bırakın kahveyi uzun süre çay bile içmedim, yeşil çay çok içerdim 1 senedir ağzıma sürmedim, kahveyi de hala kafeinsiz içiyorum. Bir de alkol durumu var ki tadını bile unuttum. Aslında çok aram yoktur alkolle ama özellikle tatilde plajda, bebeği uyutmuşken bir Pina Colada bir Mojito içmek fena olmazdı. Bizim gibiler için mocktail denilen alkolsüz kokteyller var; çoğu otel alkolsüz mojito yapıyor, nojito veya virgin mojito diyorlar, ama ismi ne kadar havalı olursa olsun sonuçta içtiğinin aslında naneli soda olduğu gerçeğini değiştirmiyor maalesef.
  •  ‘Doğum öncesi alınan kilolar emzirirken kolayca verilir’ bu cümleyi çokça duymuşsunuzdur. Teorikte doğru olabilir çünkü emzirirken kalori yakılıyor ama pratikte hiç ama hiç doğru değil. Çünkü yeni anne, sen emziriyorsun diye yedirdikçe yedirilir. Zaten kafası gidik olan bebeğim doyuyor mu acaba hezeyanlarındaki lohusa, sütüm azalır korkusuyla karşı çıkamaz önüne ne konulursa siler süpürür. Olur da ‘ama kilo veremiyorum’ diye söylenecek olursa ‘daha yeni doğum yaptın zaten emzirirken kalori yakıyorsun’ diye ikna edilir. Bu arada bütün gün emzirmekten spor da yapamaz. Bırakın kilo vermeyi, kilo bile alabilir. Halbuki emzirmeyen annenin kilo vermesinin önünde hiçbir engel yoktur.

4 Kasım 2016 Cuma

Bir lohusanın hatıra defteri-3

3.hafta itibariyle emzirme sorununu büyük oranda halletmiştik ama bu sefer de başka bir sorun peydah oldu. Mert, ememediği günlerin acısını çıkarmak istercesine emmeye hatta neredeyse bütün günü memede geçirmeye başladı. Emzirip gazını çıkartıp beşiğine koyuyordum hoop hemen uyanıyordu, devamlı emmek istiyordu. Özellikle akşamları devamlı memedeydi, sırf uyur belki diye gazını çıkartmadan beşiğine koyduğum bile oluyordu ama çoğunlukla uyanıyordu. Yorgunluktan bitap düşmüş vaziyetteydim. Yatarak emzirmeyi de denedim ama hem ben rahat edemedim hem de Mert’in reflüsü olduğu için bu pozisyonda kusması arttı. ‘Bebek bakım sorunlarına mucize sorunlar’ kitabına bakıyordum, kitapta bebek sık emmek istiyorsa süt yetmiyordur gibi şeyler yazıyordu üstelik devamlı emzirdiğim için memeler de yumuşamıştı. Eyvah sütüm yetmiyor diye paniklemiştim ki emziren anneler facebook grubunda benzer problemlerden bahseden postlar gördüm, adminler bu durumun normal olduğunu yenidoğan döneminde bebeğin devamlı emmek istemesinin sadece açlıkla ilgili olmadığını, memelerin yumuşak olmasının süt yok anlamına gelmediğini söylüyorlardı. Sayelerinde rahatladım ama hala çok yorgun ve uykusuzdum; süt için uyku da lazımdı bu nedenle 1 ay civarı uyutamadığımız bir gece emzik verdim. Ben verdim verdim ama o tam almadı, biraz emip ağzından düşürüyordu, çok küçük ondan herhalde dedik, başka emzikler denedik ama olmadı sonuç emziği tamamen bıraktığı 5. Aya kadar biz emziği o uyuyuna kadar elimizle tuttuk. Annem emzikle uyutmaya çalışıyor ben uyuyordum beceremezse belki uyur diye tekrar emziriyordum derken bir şekilde uyuyordu. Zor uyuyordu ama neyse ki zırt pırt uyanmıyordu. Uyuduktan 4 saat sonra besliyordum, tabii halen uyku halinde emebilir duruma gelmemişti bu nedenle önce altını açıp uyandırıyordum, emzir, gaz çıkar derken 1 saati buluyordu tekrar uyuması.

emzirme karikatur

20 günlük civarında bir gün çok daraldım, doktor kontrolünden sonra dışarıda uyuduğu aklıma geldi eşime dedim bebişle avm’ye gidelim; o uyur ben de biraz dolaşırım. Hafta içi boş olur diye Panora’ya gittik. Mert hemen uyudu, ben de yanına babasını oturttum mağaza bakmaya başladım. Kısa bir süre sonra babası aradı, ‘Uyandı hemen gel’. Ben üst kattan aşağı inene kadar bir baktım bizimkiler merdiven başında beni bekliyor; Mert çığlık çığlığa bağırıyor, babası kıpkırmızı kesilmiş. Nooldu dedim, Mert uyanınca babası kucağına alıp sakinleştirmeye çalışmış o sırada bağırtıyı duyan teyzeler eşimin başına toplanmış, darlamışlar adamı; annesi nerede demişler, 20 günlük olduğunu öğrenince 20 günlük bebek avm’ye mi getirilirmiş diye azarlamışlar, bizimki ellerinden zor kurtulmuş. Neyse bebek bakım odasına gittik hemen emzirdim de rahatladı bebiş, tabii hemen eve döndük. Bu travmadan sonra da adam korktu tabii, uzun bir süre eşimle birlikte bebeği dışarı çıkarmadık.
Bir diğer avm maceramız ise 1. Ay doktor kontrolünden sonra oldu. Bu sefer eşim yoktu, annem ve babamla gittik. Kilosu 3600 gr, boyu 53 cm çıktı. Doktorumuz her şey yolunda dedi. Benim niyetim direkt eve dönmekti ama annem çok ısrar etti, dedeme hediye almaları gerekiyormuş. Bu sefer eve çok yakın olan Taurus’a girdik. Puseti değil sadece oto koltuğu parçasını almıştık yanımıza bebiş orada uyudu. Ben dinlenme koltuklarına oturdum annemler de çantasını, montlarını falan benim yanıma bıraktı, hediye bakmaya mağazaya girdiler. Bu arada diğer dinlenme koltuklarında da yaşlı bir amca, genç bir kız ve başka birileri daha oturuyor. Nedense hafta içi günü sanki başka yer yokmuş gibi bizim dibimizde oturuyorlar, bir türlü de kalkmıyorlar hepsinin gözü bebeğin üzerinde. Bir süre sonra olan oldu ve Mert uyandı. Hemen kucağıma aldım ama sakinleşmiyor meme istiyor. Nasıl emzireyim bunca insan dibimde hepsi bana bakıyor. Memeyi zaten zor buluyor örtüyle hayatta emmez. Annemi arıyorum telefonu benim yanımdaymış, babamı arıyorum açmıyor. Eşyaları bırakıp nasıl gideyim. Eşyaların hepsini ve bebeği elimde taşımam mümkün değil. Hiçbiri de yardım edeyim demiyor. Bu arada yaşlı amca başladı ‘Yavrum bu kadar küçük bebeği niye getirdiniz buraya, kuş kanadından yel alır’, cevap bile veremedim. Sinirden küplere binmiş vaziyetteydim, sonunda telefonla ulaştım geliyoruz dediler gelmek bilmediler. Bebiş ağlamaktan mahvoldu. Geldiklerinde öyle bir kızdım bağırdım ki bir süre konuşmadık birbirimizle. Herhalde o gün orada oturanlar biz çıktıktan sonra bayağı çekiştirmişlerdir bizi. Bu travma sonrasında bu sefer ben, bebeği uzun süre hiçbir yere çıkarmadım. Hala da hatırladıkça sinirlenirim.
Ama bu anlattıklarım sizin gözünüzü korkutmasın, bizim mevsim uygun değildi dışarı çıkmak için mecbur kapalı yerlere götürdük, onu da iyi planlayamadığımız için rezil olduk. Kış bebekleri, bu açıdan çok şanssız. Biz Mert’i ilk defa pusetle açık havada gezdirdiğimizde 3,5 aylık falandı, Mart ayıydı, hava biraz ısınınca sarıp sarmalayıp çıkardık, yüzüne ilk defa rüzgar değince çocuk ne olduğunu şaşırdı, korkup hemen kapattı gözlerini. Eğer mevsim de uygunsa biraz toparlandıktan sonra siz bol bol çıkın dışarı, ilk aylarda dışarıda çok kolay uyuyorlar, hem size de değişiklik olur. Çok yorgunsanız verin bebeği annenize falan o çıkarsın dışarı, siz de biraz dinlenirsiniz.

2 Kasım 2016 Çarşamba

Bir lohusanın hatıra defteri-2

Eveeet bana 1 ay gibi gelen 1 haftanın sonunda bebişimizi astronotun içine tıktık, sarıp sarmaladık ve doğum yaptığım hastanede randevu aldığımız çocuk doktorumuzun yolunu tuttuk. Bu arada ben de ilk defa dışarı çıkıyordum. Aklımızda birçok soru vardı ama en çok kilosunu merak ediyorduk. Doktorumuz soyup tarttı, hastaneden çıktığımız gün 2700 gr olan Mert, 2830 gr olmuştu boyu da 1 cm uzayarak 50 cm olmuştu. Sarılığı yoktu. Doktorumuz gündüz 3 saatte bir, gece 4 saatte bir besleyebileceğimi söyledi. Emzirme probleminden bahsettik, bize anne sütünün önemini anlattı, mamayı kesmemizi söyledi ve emzirme danışmanı Özgül Hanım’a tekrar başvurmamızı önerdi. Doğum kilosuna henüz ulaşamadığı için 1 hafta sonra tartmak için tekrar gelmemizi istedi. Bu arada işitme testi de yaptırdık, bir problem çıkmadı. Özgül Hanım’ın odasının önüne bir geldik ki bir sürü kişi onu bekliyor. Bir ara göründü, derdimizi anlattık. Bebek aç kalsın dedi. Bir süre beklemenin sonunda Mert ile girdik. Özgül Hanım benim üzerimi çıkarmamı istedi, Mert’i de soydu, tek iç zıbınıyla kaldı. İlk denemede hemen sağ memeyi tutturdu. Haydaaa dedim içimden ben evde uğraşıyorum uğraşıyorum olmuyor, kadın niye geldin bir problem yok diyip gönderecek. Bu arada içeride başka çıplak hastalar ve bebekler de vardı; bir tanesinin tek memesinde süt kanalları tıkanmıştı, Özgül Hanım pompayla beraber masaj yapıyordu. Mert bir 20 dk falan emdi. Sonra gaz çıkarttım, uykuya dalınca Özgül Hanım altını değiştirelim uyansın diğer memeyi deneyelim dedi. Altını değiştirdik. Bu arada diğer hastalar çıkmıştı, eşimi de aldı içeri. Sol meme de o da zorlandı. Hıhh dedim bir problem olduğunu anladı. Ama sonunda becerdi. Sonrasında da bana ne yapmam gerektiğini ayrıntılı olarak meme maketi üstünde gösterdi. Aslında çoğunlukla doğru yapıyormuşum ama bebeğin üstüne eğilmem falan yanlışmış, dik pozisyonda durmalıymışım. Benim de yaptığım gibi çapraz beşik pozisyonunu kullanmamı söyledi.
capraz besik pozisyonu
Çapraz beşik pozisyonu
 Bu pozisyonda eğer sağ meme emzirilecekse sol elinizle bebeğin kafasının arkasından tutuyorsunuz. Sol elinizin baş parmağı bebeğin bir kulağının arkasında, işaret parmağı diğer kulağının arkasında olmalı, başparmak ve işaret parmağı arasındaki ağ, bebeğin boynuna, avuç içiniz kürek kemiklerinin arasına  denk gelmeli. Bu şekilde bebeği elinizle yönlendirebiliyorsunuz. Sağ memenizi de sağ elinizle C tutuşu denilen tutuşla kavrıyorsunuz. Bu tutuşta elinizin başparmağı meme halkasının (areola) üstünde, diğer parmakları meme halkasının altında tutarak memeyi kavrıyorsunuz, yalnız areolanın çok dibinden tutmayın.

28 Ekim 2016 Cuma

Bir lohusanın hatıra defteri-1

Bu bloğu tutmamın en önemli nedenlerinden biri bu yazıyı yazmak. Çünkü doğumdan sonra pek bilinmeyen bir emzirme problemi yaşadım. Meme başımda içeri çöküklük falan olmamasına rağmen bebeğim memeyi tutmayı beceremedi. Doktor olmama rağmen tıp öğrenimim boyunca böyle bir şey okumamış, duymamıştım. Bize öğretilen bebek ememiyorsa pozisyon yanlıştır, meme ucunda problem vardır, bebekte damak yarığı vb. bir anatomik problem vardır, süt gelmemiştir türü klasik bilgilerdi. Emzirmeye çok hevesli olduğum için hamileliğim boyunca emzirme ile ilgili pek çok kaynak okudum, videolar izledim, pozisyonları öğrendim. Ama böyle bir problem yaşanabileceğini sadece Dr. Sinem Karaca Atakan’ın ‘Doktor Anne’ kitabında okudum. Kitaptan bir önceki yazımda bahsetmiştim. Sinem Hanım’ın bebeği de emmeyi başaramıyor ve Sinem Hanım uzun süre bebeğini sağdığı süt ile besliyor. Bunu okuduğumda çok şaşırdığımı ve ya benim başıma da gelirse diye korktuğumu hatırlıyorum. Ama iyi ki Sinem hanım bu kitabı yazmış ve iyi ki ben de okumuşum. Sayesinde böyle bir problem yaşanabileceğini öğrendim ve ne olur ne olmaz belki lazım olur diye doğum öncesinde bir elektrikli pompa aldım. Doğum yapacağım Koru Hastanesinin gebe eğitimine katıldığımda da ilk günler gelen süt olan kolostrumun çok koyu kıvamlı olması nedeniyle pompayla sağılamadığını, bebek ememezse elle sağılıp çay kaşığı ile verildiğini öğrendim. Bu bilginin ışığında hemen hastane çantama temiz bir çay kaşığı koydum. Pompa ve çay kaşığı; bu iki alet benim hayatımı kurtardı. Emzirme sürecinde yaşadıklarıma geçmeden önce kısaca hamilelik sürecimden bahsetmek istiyorum çünkü bence yaşadığımız problemin sebebi doğum şekli ve zamanı.
Koru hastanesinin gebe eğitiminde normal doğumun ısrarla teşvik edilmesi beni çok etkilemişti. Sezaryana daha meyilli olmama rağmen normal doğum istemeye başlamıştım. Bu arada ultrasonlarda bebeğin boyu normal, kilosu az çıkıp duruyordu. Bunun benim beslenmemle alakalı olduğunu düşünen eşim ve annem beynimi yiyip hiç iştahım bile olmamasına rağmen bana 16 kilo aldırdılar. Eşim devamlı protein almalısın protein almalısın diye diye bana kelle paça çorbaları içirdi. Artık bir gün öyle bir tiksindim ki kokusundan bir daha içmedim ve içeceğimi de sanmıyorum. Sonuç olarak bebeğin kilo alma hızında hiçbir değişiklik olmadı, o kiloların hepsi bana kaldı. Artık sonlara doğru yaklaşıyorduk ama normal doğum niyetim olmasına rağmen bebeğin hiç niyeti yoktu doğmaya, hala doğum kanalına inmemişti. Üstelik annemde de bir postterm gebelik öyküsü vardı; 42. Haftada suni sancıyla doğmayan abim sezaryanla doğmuştu. Günler geçtikçe korkularım artmaya başlamıştı, devamlı bebeğin hareketlerini takip ediyordum ya kordon dolanırsa ya plasenta ayrılırsa gibi ihtimaller aklımdan gitmiyordu. Günleri değil saatleri sayar hale gelmiştim artık 42. Haftaya kadar bekleyip yine sonrasında sezeryan olmak istemiyordum. 
En sonunda dayanamadım 39+5. Gün doğum günüme denk geliyordu, madem normal doğuramıyorum bari doğum günümde doğurayım dedim ve o güne sezeryan randevusu aldık. Ama içim hiç rahat değildi, çıkmaya hazır olmadığı halde bebeğimi çıkartıyormuş gibi hissettim. Sedyeye yattığımda bile ‘Durun ben vazgeçtim’ demek geldi içimden ama yapamadım tabii. Herşey çabucak oldu bitti; 2900 gr, 49 cm bir erkek bebek dünyaya getirdim. Hemen getirdiler yanıma, ilk karşılaşma anı tarifsiz bir mutluluktu. Rutin bakım sonrası Mert’i odaya çıkardılar. Daha önceden usglerden bildiğimiz dev hidroseli dışında bir sağlık sorunu yoktu çok şükür. Ameliyat bitince beni de hemen yanına çıkardılar. Emzirme için hemşiremiz, memelerimi sıktı ve hemen kolostrum geldi. Çok sevindim ve şaşırdım. Hemşiremiz futbol topu pozisyonunu verdi bebeğe ve bebek hemen sağ memeyi emmeye başladı. İnanılır gibi değildi ne kadar da kolay olmuştu. Bir süre emdikten sonra bıraktı, hemşiremiz gaz çıkarmayı gösterdi; göğsümün arasına koydum, bir süre öyle kaldık, hayatımda daha önce hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Bu mini minnacık şey, benim bebeğimdi. Hemşiremiz bu sefer sol meme için pozisyon verdi ama Mert, sol memeyi tutmayı bir türlü beceremiyordu. Hemşiremiz biraz mola verelim tekrar deneriz dedi ve gitti. Bir süre sonra tekrar geldi ve kan şekerine baktı. 50’nin altında çıkınca biraz mama verelim dedi, enjektörle 10cc kadar mama verdi. Biberona alışmasın diye enjektör kullandıklarını gebe eğitiminde öğrenmiştim zaten bu nedenle içim rahattı. Bu arada gelen giden oldu bebek biraz uyudu derken tekrar emzirmeyi denedik ama yine olmadı. Bu sefer sağ memeyi de alamadı. O zaman benim aklıma çay kaşığı geldi. Hemşire hanım bir yandan annem bir yandan elle sıkarak çay kaşığına kolostrumu sağdılar ve bebişe verdiler. Canım çok yandı ama Mert, paha biçilemez bir sıvı olan kolostrumu alabildiği için içim rahat etti. Bu döngü birkaç kere daha tekrarlandı arada yine biraz mama da verdiler. Bu arada gebe eğitiminde de ders veren Emzirme danışmanı Özgül Hanım geldi, o da emzirtmeyi denedi ama başarılı olamadı, mama verildiği için tok sonra tekrar deneyin dedi ve gitti. Bu arada hastane tipi göğüs pompasını getirdiler. Bebek emmediği için süt üretimi durmasın diye pompa yaptım, bir iki damla dışında bir şey gelmedi ama zaten amaç uyaran oluşturmakmış. Derken akşam nöbete başka hemşire geldi. Allah razı olsun kendisinden beni yataktan kaldırdı, koltuğa oturttu. Bebişi aldı, çapraz beşik pozisyonunu verdi ama bebiş uyku halinden çıkıp ememiyordu, topuklara vurma, avuç içini okşama gibi yöntemler uyandıramayınca aldı lavaboda yüzüne su çarptı, bu şekilde uyandırdı ve Mert çapraz beşik pozisyonunda her iki memeyi de emdi. Bırakmasın diye verdiği pozisyondan milim oynamadan emzirdim. Bu şekilde en uzun emmesini gerçekleştirmiş oldu. Gece tekrar denedik ama bu sefer olmadı, yine enjektörle mama verildi. Mert de uyudu babası da uyudu ama ben neredeyse sabaha kadar gözümü kırpmadım. Sabah annemler geldi sonra doktorum geldi istediğiniz zaman çıkabilirsiniz dedi. Bu arada tam emzirme denemesi yapacağız misafir geldi falan derken ben iyice gerildim ben gerilince bebek hiç ememedi. Rica ettik tarttılar 2700 gr’a düşmüştü. Doğuma giren çocuk doktoru kontrole geldi, kilo kaybı normal dendi. 

21 Ekim 2016 Cuma

Lohusalık nedir? Nasıl geçirilir?

‘Araf’ diye tanımlıyor lohusalığı Elif Şafak, Siyah Süt kitabında. Gerçekten de öyle; hamileyken ‘anne adayı’ diye tanımlanıyorsunuz, doğumla birden size ‘anne’ diyorlar. Ama gerçekten ‘anne’ olduğunuzu idrak edebilmek o kadar çabuk olmuyor. Bence lohusalık, anne adaylığı ile annelik arasındaki ara dönem, ‘araf’ yani. Kimisi için 1 gün sürerken kimisi için aylarca sürüyor. Büyük oranda kişilik özelliklerinizle alakalı. Tabii ben ilk kez anne olanlar için konuşuyorum, 2., 3. Çocuksa siz zaten annesiniz. Gerçi o durumun da başka problemleri vardır ama deneyimlemediğim için bilemiyorum. Kişilik özellikleri demişken benim gibi 30 yaşına kadar ailesiyle yaşayıp, ev işlerine arada bir zevk için tatlı yapmak dışında bulaşmamış, kafasına estiğini yapan, haftasonları 11-12de kalkan, evlendiğinde henüz ortada çocuk yokken bile hem ev işi yapıp hem çalışmak zaten kendisine oldukça zor gelen,  Yay burcu bir kadınsanız anneliğe adapte olmak biraz daha zorlaşıyor. Evet çoğu kadın anne oluyor, hatta patır patır çocuk doğuruyor ve bu durum insanı, ‘herkesin yaptığı bir şeyi ben hayli hayli yaparım’ diye düşünmeye sevk ediyor. Ama durum şu ki aslında herkes zorlanıyor. Evet bazı kadınlar anneliğe daha kolay adapte oluyor, özellikle anaç karakterli, daha verici kadınlar veya daha rahat kadınlar bahsettiklerim. Ama onlar da zorlanıyor. Çünkü ‘kolay annelik’ diye bir şey yok. ‘Kolay bebek’ diye bir şey de yok, ‘Az zor bebekler’ ve ‘çok zor bebekler’ var. Yani her halükarda ZOR. Bunu baştan kabullenmekte fayda var. Yine de insan, işin içine girmeden anlamıyor. Üstelik hamilelikte ne kadar kitap okusan oku, anneliğe kitaplarla hazırlanılamıyor. Hatta bebek bakımı ile ilgili kitaplar okumak anne adayına gereksiz bir küstahlık veriyor. Sanki bebekleri ile ilgili herhangi bir problem yaşayanlar yeterince kitap okumayıp bilgi sahibi olmadıkları için bu durumda, ben kitapları yalayıp yuttuğum için her problemi anında çözeceğim her şey güllük gülistanlık olacak algısına kapılabiliyorsunuz. Özellikle Tracy Hogg’un ‘Bebek Bakım Sorunlarına Mucize Sorunlar’ kitabı; hamileliğimde bu kitabı okuyarak zaman kaybettiğime inanamıyorum. Bir de kendimce önemli yerlerin altını falan çizmiştim. Bu kitapta Hogg, EASY(beslenme,aktivite,uyku,senin zamanın) rutininden bahsediyor ve öyle bir anlatıyor ki bu rutine uyulursa bebek bakımı ile ilgili bir sorun yaşanmasının imkanı yok. Sözde bebeği eve getirir getirmez bu rutine başlanabilirmiş. Emen bir bebek için bence mümkün değil. Kitapta emzirme ile ilgili anlatılanların da çoğu yanlış. Bebek sık emmek istiyorsa süt üretiminiz azdır gibi bir bilgi var mesela. Yenidoğan dönemi için tamamiyle yanlış. Bahsedilen rutin bence en erken 2. Ayda oluşturulabilinir, ben 6. Ayda oluşturabildim. Zaten lohusa halet-i ruhiyesi içindeyken bir de bebeğin bu kitapta anlatılanlarla hiç uymaması, bir düzeninin olmaması, ‘niye olmuyor?’ diye iyice sinirlerin bozulmasına neden oluyor. Hiç gerek yok. Bu kitabı hamilelikte, yenidoğan döneminde okuma. İlla okuyacaksan 2. Aydan sonra bir düzen oturtmak için okuyabilirsin. Hamilelikte hangi kitapları okuyalım dersen; Ayşe Öner’in ‘Hamilelik, Doğum ve Bebek Bakımı Kitabı’nı öneririm. Örneğin Ayşe Öner bu kitapta ‘İlk günler düzen, düzensizliktir’ diyerek yeni anneyi sakinleştiriyor. Üstelik kitapta normal doğum süreci, emzirme, bebek banyosu, alt değişimi, gaz masajı gibi konular gayet güzel ve resimli olarak anlatılmış. Bir de Çocuk Hastalıkları uzmanı Dr.Gökhan Mamur’un ‘40’ı Uçana Kadar’ kitabını tavsiye ederim. Bu kitapta yenidoğan döneminde bebek bakımı ile ilgili yaşanılan problemler ve çözümleri kolay anlaşılır şekilde anlatılmış. Ben bir de yine Çocuk Hastalıkları uzmanı Dr.Sinem Karaca Atakan’ın ‘Doktor Anne’ kitabını okudum, hala da arasıra göz gezdiriyorum. Sinem hanım bu kitapta kendi hamilelik sürecinden çocuğu 2 yaşına kadar olana kadar yaşadıklarını günlük tarzında aktarırken araya bu dönemlerle ilgili tıbbi bilgiler serpiştirmiş. Bu kitap benim en sevdiğim oldu, bir çocuk doktorunun da aynı konularda zorlandığını okumak, insana kendini daha az beceriksiz hissettiriyor.
Ben mecburi hizmet nedeniyle mecburen küçük bir şehirde yaşadığım için doğumu ailelerimizin yaşadığı Ankara’da yaptım. Mevsimin de kış olması nedeniyle bebeğin biraz büyümesini bekleyerek 2,5 ay sonra eve annemi de alarak döndüm. Doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum, tek başıma çok zorlanırmışım. Eğer sen de benimle benzer kişilik özelliklerine sahipsen hiç gurur falan yapma lohusalıkta kendini anne, kayınvalide desteğinden mahrum bırakma, onları mümkün olduğunca sömür. Çünkü sen bebeğe bakarken birisinin de sana bakması ve ıvır zıvır işleri halletmesi gerekiyor. Bu dönemde, yormayayım insanları diye düşünceli davranmaya gerek yok, sen sadece bebeğini ve kendini düşün gerisini önemseme, emin ol senden daha fazla yorulmalarına imkan yok. Tabii her şeye yetişen lohusalar da vardır elbet ama onların zaten bu yazıyı okumaya ihtiyaçları yoktur diye düşünüyorum. Anneler mümkün değilse de bir yardımcı ayarlamakta fayda var. Üstelik bir de misafir derdi var, hastaneden çıkar çıkmaz damlarlar. Tamam gelin gelin de hastanedeyken gelin ya da bir 1 hafta 10 gün sonra gelin en azından bi kendimizi toplayalım di mi? Valla ben ilk günler gelen misafirleri hatırlamıyorum bile o derece ruh gibiydim. Zaten bebeği de doğru dürüst göremiyorlar ya emiyor ya uyuyor. Halbuki daha geç gelen misafir iyi bile oluyor, değişik bir insan yüzü görmüş oluyorsun, bebekli kısır döngün biraz kırılmış oluyor. Misafir de bebeği daha fazla görebiliyor.

lohusalik depresyonu
Kısır döngü demişken gün içinde devamlı emzir, gaz çıkar, uyut, alt değiştirden oluşan bu kısırötesi döngüyü kırmak için araya kendin için bir şey eklemekte fayda var, yoksa çıldırmamak işten değil. Herkes ‘bebek uyuyunca sen de uyu emi kızım’ der ama bilmezler mi ki bu insanlar, bebek her uyuduğunda ben de uyursam, bebek uyanınca bu kısır döngü tekrar başlamış olacak ve ben yine hiç farklı bir şey yapmadan bu döngünün içine düşeceğim. Onun için en azından günde 1 kere bebek uyuduğunda uyumayıp kendin için bir şey yap. Ben yürüyüş yapıyordum, 10 günlükken başladım zannedersem. Bebeğim genelde memede uyuyor yatağa koyunca uyanıyordu. Bu nedenle hiç olmazsa günde 1 kere yatağında uyutmaya çalışıyordum ki ben de kaçayım. Öyle ki adeta kaçtığım bu 1 saat için yaşamaya başlamıştım. Ya mahallede yürüyordum ya da yakındaki alışveriş merkezine gidiyordum. Kendim için bir şey almam zaten mümkün değildi, henüz o bedene ulaşamamıştım ama hayatın devam ettiğini görmek bile iyi geliyordu, bazen bebeğe bir şeyler alıyordum. Zaten bu süre içinde de 2-3 kez annemi arayıp uyandı mı diye soruyordum, fark ettim ki bazen annem ben rahat geziyim diye uyandığı halde uyanmadı diyormuş, annelik işte.