21 Ekim 2016 Cuma

Lohusalık nedir? Nasıl geçirilir?

‘Araf’ diye tanımlıyor lohusalığı Elif Şafak, Siyah Süt kitabında. Gerçekten de öyle; hamileyken ‘anne adayı’ diye tanımlanıyorsunuz, doğumla birden size ‘anne’ diyorlar. Ama gerçekten ‘anne’ olduğunuzu idrak edebilmek o kadar çabuk olmuyor. Bence lohusalık, anne adaylığı ile annelik arasındaki ara dönem, ‘araf’ yani. Kimisi için 1 gün sürerken kimisi için aylarca sürüyor. Büyük oranda kişilik özelliklerinizle alakalı. Tabii ben ilk kez anne olanlar için konuşuyorum, 2., 3. Çocuksa siz zaten annesiniz. Gerçi o durumun da başka problemleri vardır ama deneyimlemediğim için bilemiyorum. Kişilik özellikleri demişken benim gibi 30 yaşına kadar ailesiyle yaşayıp, ev işlerine arada bir zevk için tatlı yapmak dışında bulaşmamış, kafasına estiğini yapan, haftasonları 11-12de kalkan, evlendiğinde henüz ortada çocuk yokken bile hem ev işi yapıp hem çalışmak zaten kendisine oldukça zor gelen,  Yay burcu bir kadınsanız anneliğe adapte olmak biraz daha zorlaşıyor. Evet çoğu kadın anne oluyor, hatta patır patır çocuk doğuruyor ve bu durum insanı, ‘herkesin yaptığı bir şeyi ben hayli hayli yaparım’ diye düşünmeye sevk ediyor. Ama durum şu ki aslında herkes zorlanıyor. Evet bazı kadınlar anneliğe daha kolay adapte oluyor, özellikle anaç karakterli, daha verici kadınlar veya daha rahat kadınlar bahsettiklerim. Ama onlar da zorlanıyor. Çünkü ‘kolay annelik’ diye bir şey yok. ‘Kolay bebek’ diye bir şey de yok, ‘Az zor bebekler’ ve ‘çok zor bebekler’ var. Yani her halükarda ZOR. Bunu baştan kabullenmekte fayda var. Yine de insan, işin içine girmeden anlamıyor. Üstelik hamilelikte ne kadar kitap okusan oku, anneliğe kitaplarla hazırlanılamıyor. Hatta bebek bakımı ile ilgili kitaplar okumak anne adayına gereksiz bir küstahlık veriyor. Sanki bebekleri ile ilgili herhangi bir problem yaşayanlar yeterince kitap okumayıp bilgi sahibi olmadıkları için bu durumda, ben kitapları yalayıp yuttuğum için her problemi anında çözeceğim her şey güllük gülistanlık olacak algısına kapılabiliyorsunuz. Özellikle Tracy Hogg’un ‘Bebek Bakım Sorunlarına Mucize Sorunlar’ kitabı; hamileliğimde bu kitabı okuyarak zaman kaybettiğime inanamıyorum. Bir de kendimce önemli yerlerin altını falan çizmiştim. Bu kitapta Hogg, EASY(beslenme,aktivite,uyku,senin zamanın) rutininden bahsediyor ve öyle bir anlatıyor ki bu rutine uyulursa bebek bakımı ile ilgili bir sorun yaşanmasının imkanı yok. Sözde bebeği eve getirir getirmez bu rutine başlanabilirmiş. Emen bir bebek için bence mümkün değil. Kitapta emzirme ile ilgili anlatılanların da çoğu yanlış. Bebek sık emmek istiyorsa süt üretiminiz azdır gibi bir bilgi var mesela. Yenidoğan dönemi için tamamiyle yanlış. Bahsedilen rutin bence en erken 2. Ayda oluşturulabilinir, ben 6. Ayda oluşturabildim. Zaten lohusa halet-i ruhiyesi içindeyken bir de bebeğin bu kitapta anlatılanlarla hiç uymaması, bir düzeninin olmaması, ‘niye olmuyor?’ diye iyice sinirlerin bozulmasına neden oluyor. Hiç gerek yok. Bu kitabı hamilelikte, yenidoğan döneminde okuma. İlla okuyacaksan 2. Aydan sonra bir düzen oturtmak için okuyabilirsin. Hamilelikte hangi kitapları okuyalım dersen; Ayşe Öner’in ‘Hamilelik, Doğum ve Bebek Bakımı Kitabı’nı öneririm. Örneğin Ayşe Öner bu kitapta ‘İlk günler düzen, düzensizliktir’ diyerek yeni anneyi sakinleştiriyor. Üstelik kitapta normal doğum süreci, emzirme, bebek banyosu, alt değişimi, gaz masajı gibi konular gayet güzel ve resimli olarak anlatılmış. Bir de Çocuk Hastalıkları uzmanı Dr.Gökhan Mamur’un ‘40’ı Uçana Kadar’ kitabını tavsiye ederim. Bu kitapta yenidoğan döneminde bebek bakımı ile ilgili yaşanılan problemler ve çözümleri kolay anlaşılır şekilde anlatılmış. Ben bir de yine Çocuk Hastalıkları uzmanı Dr.Sinem Karaca Atakan’ın ‘Doktor Anne’ kitabını okudum, hala da arasıra göz gezdiriyorum. Sinem hanım bu kitapta kendi hamilelik sürecinden çocuğu 2 yaşına kadar olana kadar yaşadıklarını günlük tarzında aktarırken araya bu dönemlerle ilgili tıbbi bilgiler serpiştirmiş. Bu kitap benim en sevdiğim oldu, bir çocuk doktorunun da aynı konularda zorlandığını okumak, insana kendini daha az beceriksiz hissettiriyor.
Ben mecburi hizmet nedeniyle mecburen küçük bir şehirde yaşadığım için doğumu ailelerimizin yaşadığı Ankara’da yaptım. Mevsimin de kış olması nedeniyle bebeğin biraz büyümesini bekleyerek 2,5 ay sonra eve annemi de alarak döndüm. Doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum, tek başıma çok zorlanırmışım. Eğer sen de benimle benzer kişilik özelliklerine sahipsen hiç gurur falan yapma lohusalıkta kendini anne, kayınvalide desteğinden mahrum bırakma, onları mümkün olduğunca sömür. Çünkü sen bebeğe bakarken birisinin de sana bakması ve ıvır zıvır işleri halletmesi gerekiyor. Bu dönemde, yormayayım insanları diye düşünceli davranmaya gerek yok, sen sadece bebeğini ve kendini düşün gerisini önemseme, emin ol senden daha fazla yorulmalarına imkan yok. Tabii her şeye yetişen lohusalar da vardır elbet ama onların zaten bu yazıyı okumaya ihtiyaçları yoktur diye düşünüyorum. Anneler mümkün değilse de bir yardımcı ayarlamakta fayda var. Üstelik bir de misafir derdi var, hastaneden çıkar çıkmaz damlarlar. Tamam gelin gelin de hastanedeyken gelin ya da bir 1 hafta 10 gün sonra gelin en azından bi kendimizi toplayalım di mi? Valla ben ilk günler gelen misafirleri hatırlamıyorum bile o derece ruh gibiydim. Zaten bebeği de doğru dürüst göremiyorlar ya emiyor ya uyuyor. Halbuki daha geç gelen misafir iyi bile oluyor, değişik bir insan yüzü görmüş oluyorsun, bebekli kısır döngün biraz kırılmış oluyor. Misafir de bebeği daha fazla görebiliyor.

lohusalik depresyonu
Kısır döngü demişken gün içinde devamlı emzir, gaz çıkar, uyut, alt değiştirden oluşan bu kısırötesi döngüyü kırmak için araya kendin için bir şey eklemekte fayda var, yoksa çıldırmamak işten değil. Herkes ‘bebek uyuyunca sen de uyu emi kızım’ der ama bilmezler mi ki bu insanlar, bebek her uyuduğunda ben de uyursam, bebek uyanınca bu kısır döngü tekrar başlamış olacak ve ben yine hiç farklı bir şey yapmadan bu döngünün içine düşeceğim. Onun için en azından günde 1 kere bebek uyuduğunda uyumayıp kendin için bir şey yap. Ben yürüyüş yapıyordum, 10 günlükken başladım zannedersem. Bebeğim genelde memede uyuyor yatağa koyunca uyanıyordu. Bu nedenle hiç olmazsa günde 1 kere yatağında uyutmaya çalışıyordum ki ben de kaçayım. Öyle ki adeta kaçtığım bu 1 saat için yaşamaya başlamıştım. Ya mahallede yürüyordum ya da yakındaki alışveriş merkezine gidiyordum. Kendim için bir şey almam zaten mümkün değildi, henüz o bedene ulaşamamıştım ama hayatın devam ettiğini görmek bile iyi geliyordu, bazen bebeğe bir şeyler alıyordum. Zaten bu süre içinde de 2-3 kez annemi arayıp uyandı mı diye soruyordum, fark ettim ki bazen annem ben rahat geziyim diye uyandığı halde uyanmadı diyormuş, annelik işte.
Yine kısır döngüden bahsetmişken ilk günler sayısız kez aynı şeyleri yapıyorsunuz, işte emzirme, alt değiştirme, gaz çıkarma, uyutma derken neyi ne zaman yapmıştım, en son hangi memeyi vermiştim, kaç saat önce emzirmiştim, bugün kaka yapmış mıydı yoksa o dün müydü gibi bir kafa karışıklığı yaşamaya başlıyorsunuz. Ben çözümü, yazmakla buldum, her yaptığımı saatiyle yazıyordum; örneğin x saatte 20 dk sağ meme 10 dk sol meme gibi. Sana da öneririm bu sayede eğer kontrolde doktor sorarsa günde kaç kere beslediğini ve kaç çişli bez çıktığını da hemen söyleyebilirsin. Üstelik günde 5-6 kere bir yumurta ağırlığında çişli bez çıkardığını gördüğünde senin de bebeğim yeterince besleniyor diye için rahatlamış olur çünkü bu dönemin alametifarikası bebek her ağladığında ‘Doymuyor mu acaba?’, ‘Aç bu çocuk aç mama ver sen’ diyen anneler, teyzeler hatta babalardır. Evet babalar misal en son baktığı çocuk ’31 yaşındaki ben’ olan babam, ama bu konuya ayrıntılı olarak bir sonraki yazımda değineceğim. Neyse zor biliyorum ama sen onları takma önemli olan doktor kontrolü. Bu arada çocuk doktoru gerçekten önemli, bir doktor olarak söylüyorum bulabiliyorsan biraz yaşını başını almış rahat bir doktor seçmeye çalış. Genelleme yapmak istemem ama genç doktorlar eksik birkaç gram gördüklerinde risk almak istemedikleri için mama başlama konusunda daha aceleci olabiliyorlar.
Bir de bu aynı teyzeler, anneler nedense doğumda şöyle sancı çektim böyle zor geçti diye anlatmaya bayılırlar ama doğumdan sonra ilk günler de ben de zorlandım, daralmakta, bunalmakta haklısın falan demezler hiç. Benim kendi annem bile ‘Doğumdan 20 gün sonra ananen gitti 2 çocuğa sezeryanlı halimle tek başıma baktım’ diyerek bana kendimi iyice beceriksiz, sorunlu hissettirmeyi başardı. Böyle bir amacı yoktu tabii ama ben lohusa kafasıyla bu sözlerine çok üzüldüm ve hala unutmadım. Dizilerde bile böyle değil mi başrol veya yan rol kızımız doğum yapar, doğum sahnesinde çok zorlanır  ama bebek doğunca her şey güllük gülistanlıktır, kızımız hemen normal hayatına döner, full makyaj şık şıkırdım gezmeye başlar zaten kilo, göbek falan denilen şeylerin esamesi okunmaz onlar doğumla giden şeylerdir (örnek paramparçadaki Dilara) ama bizde kalıyor nedense bizde bir problem olsa gerek. Bir iki tane bebekli komik hikaye eklenir diziye örneğin bebeğin babası bebeğin altını değiştirmek zorunda kalır ama bir türlü beceremez bu arada bebek yüzüne işer falan, izleyenler de zanneder ki ay bebek bakmak ne zevkli şey hahahahah. Nadiren de ‘bebek çok zor uyudu’ gibi cümleler kurulur ama bu cümleyi kurarken annemiz halen şık şıkırdım full makyajlıdır üstelik bebeğini uyuttuktan sonra yorulmadan diğer çocuklarının garip gurup problemleriyle uğraşmaya devam eder. Çünkü normali budur; günlerce kusmuk, süt, ter karışımı kokan aynı pijamayla ruh gibi gezmek normal değildir, eğer bu durumdaysan sorun sendedir.


lohusalik
Lohusalık zaten yeterince zor değilmiş gibi bir de bu dış etkenler neden sanki bizde bir sorun varmış, biz beceremiyormuşuz algısı yaratıp durumu daha da zorlaştırırlar bilmem. Ama bu yeni annelik babalık olayına gerçekçi yaklaşan diziler de yok değil. Böyle iki dizi tespit ettim. Birincisi Nurgül Yeşilçay’ın ‘Bebek İşi’ dizisi, eski bir dizi ama bizim oğlan 3 aylıkken falan showmax’ta tekrarlarına rastlamıştım, kahkahayla güldüğümü hatırlıyorum. Dizide bebeğin iç sesini de Erkan Can seslendiriyor. Diğeri de ‘Bir Kadın Bir Erkek’in bebekler doğduktan sonraki bölümleri özellikle süt artırma yöntemlerini denedikleri bir bölüm var ki gülmekten sütlerin fışkıracak, sana bir güzellik yapıp linkini veriyorum. Diziler demişken ne ara izleyeceğim ki zaten diyorsan ilk zamanlar oldukça uzun süren emzirme zamanlarında izleyebilirsin. Ben akşam bebek yatınca yattığım için akşam izleyemediğim dizileri gündüz emzirirken tabletten izliyordum. Digitürk dilediğin yerde uygulaması çok pratik oluyor, bebeği emzirmeye başlamadan önce izleyeceğimi hazırlıyordum sonra emzirmeye başlıyordum. Gece kalkmalarında da tekrar yatmam 1 saati bulduğu için ya televizyon izliyordum ya tablet açıyordum çünkü eğer bir şey izlemezsem emzirirken uyuyakalıyordum o zaman da zavallı bebiş kaykılıp memeden düşüyordu. Bebişler 3-4 aylık olana kadar emzirirken istediğin gibi takıl bence çünkü ondan sonra emzirirken burnunu bile çekemeyeceksin, hele bi çek anında memeyi bırakıp yüzüne ‘Noluyo lan süt içiyoz burdaa’ bakışı atacak.
Sonuç olarak ne kadar zor geçse de bu lohusalık günleri de geçip gidiyor öyle ki inanmayacaksın ama unutuyorsun bile evet gerçekten unutuyorsun. Ben de inanmamıştım; bebeğimin saatler boyunca emdiği beşiğine koyduğumda uyandığı günlerde çaresizce arkadaşlarıma lohusalık dönemlerini soruyordum, benimle benzer şeyler yaşadıklarını anlatıyorlardı. Bunun üzerine peki bu yaşadıkları üzerine 2. Çocuğu nasıl yapabildiklerini sorduğum da ise hep ‘Ya o günleri unutuyorsun zaten’ cevabını aldım. O zaman ihtimal vermemiştim sanki bu kaos ortamı hiç düzelmeyecek gibi gelmişti ama zamanla yavaş yavaş işler düzene giriyor. Öyle ki birkaç ay önce anneme ‘Mert bir şeyler tutmaya başlamadan önce 2-3 aylıkken biz onunla ne oynuyorduk nasıl vakit geçiriyorduk?’ diye sordum çünkü düşündüm düşündüm aklıma gelmedi. Dediğim gibi zaman hızla geçiyor ve hatta unutuluyor, geriye fotoğraflar kalıyor. Bu nedenle bebişinizin bol bol fotoğrafını, videosunu çekin, beraber çektirin. Hatta bir albüm yapın ya da fotokitap yaptırın, bakması çok keyifli oluyor.

Aslında bu hatıra defterini tutmamın en önemli nedenlerinden biri de bu unutma mevzusu. Elif Şafak ‘Unutmak için yazdım’ diyor Siyah Süt’te; ben de unutmamak için yazıyorum. Unutmadan yazayım ki belki aynı durumda olan birilerine bir faydam olur diye yazıyorum, sonra dönüp dönüp tekrar okuyup hatırlamak için yazıyorum. Sonuçta ne demiş Ayşe Arman ‘Kimse okumazsa ben okurum’.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder